7 Aralık 2011 Çarşamba

İdil ve ana haber bülteni

Geçen akşam uyku saatinden önce hazır İdil babasıyla oynarken bende ana haber bültenine bir bakayım diye salona gidip çok ender açılan televizyonumuzun önüne uzandım. NTV ana haber yeni başlamış süper!! Ben kendiminkiyle meşgulken bakalım neler olmuş dünyada diye haberleri izlerken, İdil yanımda bitti. Hatta elindeki muzu yanıma uzanıp, sarmaş dolaş yemeyi istedi ki İdil öyle sarılıp uzanmayı pek sevmez. Sonra başladı sohbet:

I: Anne bu büyüklerin programı mı?
M: Evet, kızım. Bu haber programı.

O arada bir politikacımızın İzmir mitinginden görüntüler yayınlanır. Miting coşkusu  içinde bağıra bağıra konuşan bu politikacıyı görünce İdil:

I: Anne bu niye bağırıyor?
M: Politikacı da ondan İdilcim.
I: Politikacı bağırır mı? Sevmedim ben onu. Güzel konuşsun.

Birazdan çıkan haber spikerinin düzgün ve yumuşak bir sesle konuştuğunu algılayan İdil:
Bak anne bu güzel konuşuyor, bu politikacı değil mi ? diye sorar.

Anne İdil'i onaylar ve televizyonu kapatma saati olduğuna kanaat getirir. İdil'i uyku öncesi daha fazla uyarmadan, uyku ritueline geçilir.




30 Kasım 2011 Çarşamba

Hatırlanası Diyaloglar IV

Anne, kardeş, arkadaş ilişkilerini çözmeye çalışan İdil hanımın son dönemdeki favori sorusu:

İ: Anne seni kim doğradı? (kim doğurdu?)
M: Anneanne doğurdu kızım
İ: Beni kim doğradı?
M: Ben doğurdum canım.
İ: Anneanne senin annen benim arkadaşım mı?
M: Evet
İ: Anneanneyi kim doğradı????

Bu muhabbet böyle sürüp gidiyor.....







31 Ekim 2011 Pazartesi

Hatırlanası Diyaloglar III

Uzun süre ayrı kalıp kavuştuğu IKEA masa ve tabureleriyle oynayan İdil,   iki tabureyi yanyana getirip ortalayarak ikisine birden oturur. Sonra anneye döner ve şöyle der:
Bak anne, benim iki popom var onun için iki tabureye oturuyorum.
Anne evladının mantık zincirine şaşar kalır. Resim çekmeyi bile akıl edemez.

28 Ekim 2011 Cuma

Ankara'nın kırkını çıkardık

15 Eylül'de başlayan Ankara maceramızda kırk günü geride bıraktık. Kırk gün sonra  lohusalıkta olduğu gibi sihirli bir değnek değmedi maalesef. Kendimi hala sudan çıkmış balık gibi hissediyorum. Bunun 15 yıldır yurtdışında yaşamakla da ilgisi yok. İstanbul'da olsam böyle olmazdım eminim. Bu şehre dair ne bir anım ne de bir gönül bağım var. Referans verilen noktaları, yolları gözümde canlandıramıyorum.

Evimizin önünde iki tane okul var. Uzun yıllar sonra  pazartesi sabahı okul töreninde İstiklal Marş'ını duyunca gözümde yaşlarla ben de söyledim.  Ardından andımızı söyledik beraber. İlkokulu bitireli kaç yıl oldu ama hala beynimde kazılı (bazen önceki gün ne yediğimi unutuyorum), beyin yıkanması bu demek herhalde.  

Bugünlerde de dağ başını duman almış takılıyoruz. İlk defa 29 Ekim'i Ankara'da kutlayacağım için heyecanlıyım. İdil'e 29 Ekim bayramını Türkiye'nin doğum günü diye anlattım. Neyseki pastada kaç mum olacak diye sormadı.

Bir aylık bir bekleyiş sonrasında eşyalarımız bir hafta bir gecikmeyle geldi. Evi ilk ay eşyalı kiraladığımız için ev sahibimiz geçen hafta alıp beyaz eşyalar ve perdeler dışında herşeyi götürdü. Bizim eşyalarımız sözde ertesi gün gelecekti. Gerekli belgeler hazır olmayınca biz evde kaldık dımdızlak. İki gecelik otel macerasından sonra yer yatakları temin edip boş evde kalmayı, kağıt tabak bardakla takılmayı tercih ettik. İdil boş evde koştu, hopladı, zıpladı ve çok eğlendi. Şimdi ise kutu kutu yaşıyoruz çünkü gardolabımız bu eve sığmadı. Tavan 4 cm kısa geldi. 

Ben kendimce bu sıkıntıları yaşarken gelen şehit haberleri ve ardından gelen Van depremi şamar gibi indi yüzüme. Nereye baksam ne okusam gözüm doluyor, başlıyorum ağlamaya. Yeter artık anneler evlatlarını kaybetmesinler, binalar iskambil kağıtları gibi yıkılmasın diye bağırasım geliyor.

27 Ekim 2011 Perşembe

Hatırlanası diyaloglar II

İdil ve Ankara'nın taksicileri arasında geçen diyaloglardan hatırımda kalanlar:

1. İdil'i seven bir taksi şoförü, benim de torunum olsun, ben de dede olmak istiyorum der.
İdil hanım hemen yok yok yok sen dede olmazsın, sen taksi şoförüsün diye itiraz eder.
2. Bir başka şoförü ise kellikten muzdariptir. İdil taksiye biner binmez, anne bu amcanın saçı yok diye yorumda bulunur. Anne hafif utanarak, evet İdil'cim bazı erkeklerin saçı dökülür, mesela dayın diye durumu kurtarmaya calışır. İdil neden anne neden diye seklinde açıklama ister. Anne genetik kodlardan falan bahsederken, taksici daha pratik bir çözümle ben saçımı taramadım o nedenle döküldü diye duruma el koyar. Ertesi sabah İdil elinde fırçayla ayna karşısına dikilir.

3. Başka bir gün, başka bir takside (ki bu taksiye defalarca bindik) İdil ben yabancıyım ben yabancıyım diye kendini yabancılar. Taksici yok kızım sen bizim kızımızsın, okulumuzun öğrencisisin diye yorumda bulunur. İki buçuk yaşındaki velet nasıl oldu da yabancılığı kendine mal etti sorusu annenin kafasında asılı kalır.

4. Taksilerin aynalarına astıkları tesbih, nazarlık, cd vb bilimum ıvır zıvır İdil'in radarından kaçmaz. Her takside bunların envanteri yapılır. Neden astıkları sorgulanır.


9 Ekim 2011 Pazar

Yollarda

Yıllar sonra ilk defa light seyahat ettim. Evet dün sabah Ankara'dan çıkıp Brüksel Köln hattında geçecek iş gezisine start verdim. Evden cıkarken üzülsem bile yalnız seyahat etme fikri hoşuma gitti. Bir el çantası. Elimde yük olmasın diye duty free'yi bile bos geçtim. Nasıl bir özgürlük duygusu, özlemişim. Bu geziden bazi ilkler: - İlk defa İdil'den bu kadar uzak kalicam (6 gün) - ilk defa kendi işimi kovalıycam (girisimci Meltem) - ilk defa brüksel'de turist olucam (15 yıl sonra) - ilk defa İdili'in arkadaşlarının arasında ben çocuksuzdum (Evet Idilcim sen olmadan Ada bebegin dogum gününe katildim ve seni cok özledim) - Ste sezonun ilk nezlesini oldu (okul sezonu açıldi, idil mikrop taşımaya başladı). Bunun benim gezimle alakasi, tam zamanini buldu seklinde aciklanabilir.) - ilk defa trende giderken blog yazıyorum (seyahat blogculuğu ne keyiflidir kimbilir, belki bir gün idille beraber yazarız) Bakalım başka ilkler olacak mı?

3 Ekim 2011 Pazartesi

Hatırlanası diyaloglar I

İdil ile  anane arasında geçen bir diyalog:

AA: Kurban olurum ben sana! (annem neden coştu da kurban oldu hatırlamıyorum)
İdil: Anane sen kurbağa degilsin, sen ananesin, insansın!!!

 Anneve anane şaşkınlıkla kalakalırlar.


30 Eylül 2011 Cuma

İkinci hafta geride kalırken

Zaman hızla akıp gidiyor. Ankara'ya geleli on beş gün olmuş resmen. Bu kısa sürede  biraz da olsun bir düzen kurduk. Hatta İdil'in okuluna ön alıştırma turlarına başladık. Telefon, internet kaynaklı bazı sıkıntılarımız olduysa da genel olarak iyi geçti ilk on gün.

Netice olarak dil sorunumuz yok. Uyum sorunumuz sınırlı denilebilir. Çocuk arabası düşmanı kaldırımlar, her yere park etmiş arabalar ve neredeyse doksan derece yokuşlarda  olmasa  herşey daha keyifli olacak. Ama bu da Ankara'nın  tuz biber diyelim geçelim.

Oturduğumuz muhitde çok sayıda yabancı yaşıyor. İdil'in şimdiden Fransız, Amerikalı ve Japon arkadaşları oldu. Sitede küçük bir oyun parkının olması çok iyi oldu. Akşam üstü inip biraz oynuyoruz.

Türkiye'de yaşamanın kolaylıklarından faydalanıyoruz. Bir telefonla ne istersen geliyor neredeyse. 15 yıldır Brüksel'de mahrumiyet bölgesinde yaşamışız resmen. Özellikle de çalışırken cumartesi günlerini alışveriş peşinde geçirmeler, akşam 6'da kapanan kuru temizlemecinin kapısında Garfield gibi kalmalar çok uzakta kaldı.

Ruh halimiz nasıl? 
Ben halen uzun bir tatile gelmiş gibi hissediyorum. Eşyalı eve biraz otel havasında oluyor. Senden hiçbir şey yok. Sanırım kendi eşyalarımız gelene kadar sürecek bu tatil/ otel hissiyatı. Diğer bir neden de Brüksel'de olduğu gibi 'bugün hava nasıl olacak' diye uyanmıyorum (ben buna tatil hali derim de).  Bir de İstanbul'u ve denizi özlüyorum bir istanbullu olarak. 

İdil gündüzleri enerji patlaması yaşıyor. Duvarlara tırmanıyor, taklalar atıyor, sokakta pusetsiz çıkarsak alıp başını uzaklara koşuyor. Ondaki bu patlamanın ne kadarı yaştan, ne kadar mekan, yaşam değişikliğinden kaynaklanıyor, anlayamıyorum. Daha önce pek yaşamadığımız gece uyanmaları, gece ve karanlık korkuları başladı mesela. Belki de hepsi biraraya geldi. Bundan bir sene önce taşınmış olsak daha az hissederdi bu değişimi.

Ste evimize 10 dakika yürüme mesafesinde olan yeni işine alışmakla meşgul.O pek renk vermiyor ama keyfi yerinde gibi.

Sonuç olarak: iyiyiz, uyum sağlıyoruz ama Brüksel'deki arkadaşlarımızı çok özlüyoruz. Ve teknolojinin verdiği imkanlara teşekkür ediyoruz.




12 Eylül 2011 Pazartesi

Brüksel lahanasından Ankara'nın nesine?

Blog yazmaktan elimi eteğimi çekeli altı ay olmuş. Bu dönemde okusam bile içimden yorum yazmak bile gelmedi hiç. Nedendir? Öncelikle sanırım tam iyileşti dediğimizde giden bir anne ve arkada kalan üç çocucuğu beni fazlasıyla etkiledi.  Mümkün olsa herşeyden kaçabilsem dedim.  İçime kapanmak istedim. Bir ölçüde başardım.Yazdım yazdım bir yerlere ama çoğunlukla içime.


Sonra Ankara'ya taşınma durumu ortaya çıktı. Bu değişiklik yeni bir hayat yeni bir can gibi geldi. Taşınma öncesi koşturmaca halleri arasında artık bloguma yazmaya geri dönmeliyim hissini, ruhsal bir iyileşme belirtisi olarak algıladım. Ama bu seferde kafamı toplayıp yazamadım. Şimdi taşıma şirketi son 5 yıldır yaşadığımız evimizi toplarken bu satırları yazıyorum.

27 Ocak 1997'de açtığımız Brüksel defterine bir ara vererek (kapatarak diyemiyorum), 15 Eylül 2011'de   Ankara yollarına düşüyoruz.  Önümüzdeki dört yıl evimiz Ankara'da.  Neredeyse 15 yıl olmuş bu gri şehre ayak basalı. 

Bu blogun adı da başkentteki dünyamızı yansıtacak şekilde değişmeli değişmemeli mi diye düşünüyorum.  Şu an evdeki koli kargaşasıyla bütünleşen ruh halimle bir karar vermem zor. Bakalım neye karar verecek bu deli gönlüm. Tek bildiğim bu blogun son yazısının en son yazdığım gibi karamsar bir post olmaması gerektiği. 

Ankara'da ev hazır, İdil'in kreşi hazır. Gerisi gelir zaten.

 İşte bu yazdan kalma bir kare!!


7 Mart 2011 Pazartesi

Dokunma anne dokunma!!!

İtiraz itiraz itiraz sürekli bir itiraz modundayız.

Bilse, mazaretim var asabiyim ben, diye şakıyacak İdil hanım bu aralar.

Azıcık sevecek olsam, ''anne İdil'e dokuma'' diye çıkışıyor.

Sanırım İdil bu aralar dış dünyayı, diğer çocukları daha iyi algılamaya başladığı için çelişkili, zor bir süreçten geçiyor. Sürekli bir sorgulama halinde. Antenleri çok açık: Anne bu ne, ne işe yarar diye  soruyor. Bazı kavramları anlaması güç olduğundan yüzünde bir soru işaretiyle duyduğu açıklamayı kaydedip geçiyor. Bir de kendine ait olanı vermek, paylaşmak istemiyor. Her işini kendi yapmak istiyor yapamayınca kızıyor.

Annenin sabrı sürekli test ediliyor. Anne artık hayatı boyunca çocuğu ile ilişkisinde sabrının test edileceğini biliyor. Çünkü çocuğunun seçimleri, tercihleri, istekleri onunkinden farklı olacak. Her seferinde anne önce kendi egosunu frenlemeye çalışarak orta yolu  bulacak. Şimdiden buna bez değiştirme, elbise seçimiyle başladık (İdil salopet giymiycek) ileride neler neler olacak.

Bunları yazmakta amacım şikayet etmek değil geriye dönüp baktığımda bu günleri hatırlamak, nereden nereye gelmişiz onu görmek.

27 Şubat 2011 Pazar

Haftasonu notları

Brüksel'de yağmurlu, soğuk bir haftasonu daha geçti. İdil ile beraber sıkılmıyoruz (sıkılacak vakit yok) ama hava kapalı olunca ruhumuz, enerjimiz olumsuz etkileniyor.

Cumartesi sabahı bana araba bakmaya gittik dönerken yağmura yakalandık. İdil'in arabasının yağmurluğunu almadan çıkmışız. Artık araba zaten bir aksesuar oldu. İdil çıkmadan pazarlığa başlıyor ayakta diye. Yorulunca kucak istediğinden arabayı alıp çıkıyoruz. Arabaya oturtmak için en iyi ikna yöntemi ise güvercin kovalama oynuyacağız oldu. Karda kışta pek ortada gözükmeseler de arayıyoruz. Yağmura yakalanınca girdik bir yere kahve içmeye, çok çocuk friendly olmasa bile işimizi gördü. Zaten eve beş dakika mesafedeydik ayrı mesele ama İdil restorana gidelim deyince öyle bir çözüm bulduk. Sonra baktık yağmur dinmiyor kaderde ıslanmak var, bu çocuk bırda büyüyecek deyip çıktık yine yola. Sonra ev, yemek, uyudu uyandı derken akşamı ettik. Neyse ki yeni oyuncaklarımız var, onlarla vakit geçti.

Pazar sabahı little gym. İdil'in göz nezlesi bana geçtiği için bu sabah baba kız takıldılar. Gidip orda çoluk çocuğa dağıtmayıp diye evde kaldım. İdil bara asılıp takla atmış onu kaçırdım. Bu aralar İdil ile ters düz takla derken ben de 20 yıl sonra takla atmaya başladım. O durum idare taklalarından değil, bizzat beden eğitimi dersinde yaptıklarımızdan. Little gym'de dedikleri siz yapın ki çocuklarınızda korkmadan yapsın. İdil'den anne de takla atıyor lafını duymak keyifliydi gerçekten.

Bu aralar hastalık korkusuyla yaşıyorum resmen. Bloglara bakıyorum tüm çocuklar hasta. Bitsin bu kış lütfen. Allah beterinden korusun çocuklarımızı. İdil bir şeyler kapıyor eve getiriyor önce o sonra biz şeklinde hastalanıyoruz. Virüslerle evimizi paylaşır olduk resmen. İdil'in konjunktivitli gözleri gözümün önünden gitmiyor, çok üzülüyorum. Birisi de konjunktivitin arkasından bronşit gelir deyip sinirimi bozdu iyice. Geçen hafta acaba su çiceği aldı mı kuşkusu, cumartesi ve pazar bir tane bacağında bir tane bileğinde çıkıp sonradan yok olan kırmızı lekelerle güçlendiyse de, gerisi gelecek mi yoksa alerji mi diye düşündürmeye devam ediyor. Bu akşam hafif ateşli uyuduk bakalım gece nasıl geçecek.

Bu hafta İstanbul biletlerimiz aldım. İdil'in ilk koltuğu. Adam sınıfına girdi:-)) Annem bak annecin sana bilet aldı İstanbul'a gitmek için deyince ne derse beğenirsiniz, teşekkür ederim annecim.Anne eridi. Babadan 10 gün uzak kalmaya nasıl tepki verecek küçük hanım göreceğiz.

İdil'in baba düşkünlüğü zirvede bu aralar. Eğer bu zirve değilse fazlasına nasıl dayanırım bilemiyorum. İkisi oynarken yanlarına gidersem anne gitsin diye beni postalıyor. Uyumak için babası kitap okusun, burnunu babası silsin, gözüne ilacı babası sürsün diye liste uzuyor gidiyor. Bu akşam anne akıllı miniği okusun diye lütfetti de ben uyuttum kızımı.

İdil öyle öpülüp koklanmaktan hoşlanmayan bir çocuk. Bazen alıp içime sokasım geliyor ama dokundurtmuyor resmen. Ben de öyleymişim. Ama şimdi bebekken daha fazla mıncıklasaydım keşke diyorum. Okşamaya çalıştığımda anne dokanmasın diyişi varki al onu mıncıkla ya. Neyse çocuğuna saygılı bir ebeveyn olarak tabi deyip kenara çekiliyorum.




22 Şubat 2011 Salı

İdil 2 yaşında

Minik kuzum iki yaşında. Daha nice sağlıklı, mutlu , huzurlu, şanslı senelere annesinin nar tanesi, nur tanesi, bir tanesi.

İki doğum günü partisi, iki pasta, büyük arkadaşlar küçük arkadaşlar, istanbul'dan dayı derken yine bir 20 Şubat geride kaldı.

2 gün üstüste doğum günü partisi artı kreşte kutlama derken anne yorgunluktan bayılırken (2 pastayı anne yaptı artı börek çörek diye kendine paraladı) İdil de bilimum insanlarla temastan göz nezlesi, konjunktivit oldu. Pamuklar üstünde büyütülmüyor bu çocuklar. Kızımın kırmızı, şiş ve akıntılı gözlerine bakınca için acıyor. İlaç sürebilene de bravo. Bu ilaçları yapanlar sürmek için yardıma gelse.

Doğum günü sabahı little gym'e gittik. Orada da eli yüzü kırmız benekli bir çocuk vardı. Su çiçeği olmasından şüphelendim. Babasına soramadım aman be adam hasta çocuğu ne diye getirdin diye!!!Şimdi beklemedeyiz öyleyse İdil de 10 gün içinde çıkar belirtileri. İyi huylu hastalık dediler aşısını yaptırmadık ama bir yandan da korkuyorum. Neyse hayırlısı olsun. Allah kötü hastalıklardan korusun.

Pimpa İdil'in doğum gününe geldi

Bırakın beni füf yapıcam
.
Bu pastayı da uzun uğraşlar sonucunda anne yaptı. Kayda geçsin lütfen:-)

18 Şubat 2011 Cuma

Anneye bir şaplak

16 Şubat 2011 akşam 19 sularında İdil'in yüzüme oturttuğu şaplakla dünyam karardı. Takip eden saniye içinde kafamdan geçenler:
  • nasıl yani?
  • nereden öğrendi?
  • şimdi ne tepki vermeliyim?
  • kreşte kesin biri vurdu kızıma?
  • biz bir fiske bile vurmadık?
  • televizyon hep kapalı? neden ben?
  • saçına toka takıyordum sadece!

İkinci saniyede gözlerim doldu.

İdil çok yanlış bir şey yaptın derken içeri babası girdi ne oldu diye sordu. Ben gözyaşları içinde olanı özetledim sonra babası kızdı İdil'e ve anneden özür dilemesini istedi. İdilcim ne yaptığını pek anlamadığı için neden özür dilediğini anlamadı.

Ben kızımı öptükten sonra babasıyla bırakıp odamda biraz ağladım. Çok fena içime oturdu o şaplak. Tabi ki ne yaptığını bilmiyor üzülmem anlamsız ama çocuğumdan böyle bir tepki beklemiyordum.

Daha sonra kendimi toparlayıp yaptığının yanlış olduğunu anlatırken ona kreşte kimsenin vurup vurmadığını sordum. O da bir arkaşdaının adını verdi. Bu terrible two döneminde çocuklar agresifleşiyor ama kızımdan pek beklemiyordum açıkcası. İdil genelde oldukça uyumlu bir çocuk. Cici cici diye sever. Yüzündeki agresif bakış bana çok yabancı geldi.

Kreşteki öğretmenleriyle konuşacağımpazartesi. Öğrenelim bakalım ne olup bitiyor sınıfta.

15 Şubat 2011 Salı

En güzel hediye


Sevgililer gününe ve tüketim merakına gıcık olduğumu haykıran bir yazının akşamında kızım şimdiye kadar aldığım en anlamlı hediyeyi verdi . Ben daha ne isterim:-))

Hayat güzel mi ne??

14 Şubat 2011 Pazartesi

Kırmızı kırmızı her yer kırmızı

Evet bugün sevgililer günü, bir 14 Şubat daha cee dedi.

Sabah spora gittim. Çıkışta bir baktım resepsiyona kırmızı kağıda sarılı kalp şeklinde çikolatalar koymuşlar. Oldu mu şimdi kardeşim derken içimden al kızım al diyen sese yenik düşdüysem de, ağzıma atmadan eve gelebildim.

Arkadaşımla yediğim öğlen yemeğinde tercihim günün yemeği olunca, önünde başka bir kalp bitti. Hamurdan kalp yapıp yemeği içine saklamışlar iyi mi! İyi ki hamuru kırmızıya boyamamışlar dedim içimden. Restorandaki kırmızı balonlara falan dokunmuyorum.

Dükkanlarda kırmızı kalp enflasyonu, elinde kocamana 'I love you' balonlarıyla gezen adamlar, çiçekçilerdeki kuyruklar, sabah hiç düşünmeden giydiğim kırmızı tişörtüm....

Iyyk diyorum kapitalizm zoruyla itelenen romantizm kapsamında alınan ve verilen hediyelere, yenilen akşam yemeklerine. Bugün illa ki sevileceksiniz bir çiçek, bir ayıcık ya da bir kutu çikolatayla.

Ekonomik kriz zamanlarında ne yapılır? Tüketim pompalanır, insanlar gerekli gereksiz tüketsin ki çarklar dönsün. Sevgililer günü, cadılar bayramı, anneler günü, babalar günü gibi fırsatlar varken daha ne isterseniz, insanları en hassas oldukları yerden vurun. Hediye alsan bir türlü almasan bir türlü.

CNN'de bu sabah verilen habere göre sevgililer günü sadece ABD'de 18 milyar dolarlık harcama yapılmış. Bir düzine gülün fiyatı Kenya'da 1.5 dolarken, İngiltere'de 48-68 dolar aralığındaymış. Yine CNN haberine göre, ABD'de Vahşi Hayatı Koruma Cemiyeti sevgililer günü hediyesi olarak değişik bir alternatif sunuyor. 10 dolarlık bağış karşılığında Bronx hayvanat bahçesinde ikamet eden, dünyada en cazgır olarak bilinen 58 bin Madagaskar hamam böceğinden biri ne sevgilinizin adını verebilirsiniz. Sanırım linkte resmi de sertifika olarak veriyorlarmış. Fırsatçılığın böylesi diyorum, aslında tebrik etmem lazım, at least for a good cause!!

Fransız televizyonundaki bir habere göre ise (çiçekçiler faks göndermiş) adamlar sabahtan beri aynı çiçek buketinden iki tane alıyorlarmış, biri eşe diğeri metrese:-)

Hamam böceği mi, iki buketten biri mi?? d şıkkı neydi?

Hayata çok mu olumsuz bakıyorum acaba?

PS: İdil'cim okuduğunda bana ne alaka diye sorarsan diye not düşüyorum. Sabahtan beri bombalanan annen biraz içini döktü.



6 Şubat 2011 Pazar

İdil non é malato (İdil hasta değil)

Ne zaman bitecek bu grip, nezle sezonu? İdil kreşe başladı başlayalı aşağı yukarı her hafta bir virus kaptı. Doktoru demişti zaten burnundan her akan her yeni saydam sümük, yeni bir virüs habercisi diye. Yaklaşık otuz virüs falan alınca bağışıklık sistemi basit soğukalgınlığına karşı güçlenecek. Sayamadım kaç oldu ama en azından yarılamışızdır diye umut ediyorum.

Cuma kreşin hemşiresi aradı ateşi 38.6 ateş düşürücü verebilir miyim diye? Tabi gelip alırsanız iyi olur da dendi. Sanki ben hasta çocuğumu orada bırakıcam. Ben zaten kreş yolundaydım. Cumadan beri ateş 38-39.5 arasında inip çıkıyor. Doktorunu aramadık önceki tavsiyeler üzerine perdolan, nurofen, serum fizyolojikle idare ediyoruz. Dün akşam ateş artarken keyifsizdi. İştah felaket yemek yemeden, süt içmeden yattı. Bugün iştah biraz daha iyiydi. Tavuk suyuna çorbaya talimiz. Bakalım yarın nasıl olacak?

İdil'in ateşini ölçebilmek için sıkı bir diplomatik müzakere yapmam gerekiyor. Onun argümanı 'İdil hasta değil' şeklinde. Ne denir bu durumda?? Aldığım müzakere teknikleri dersleri hiç işe yaramıyor karşımdaki 2 yaşında çocuk olunca. En kolay çözüm babayı çağırıp, ona ölçtürmek. Benim elimde dereceyi görünce hasta değilim diye tabanları yağlayan velet babasına bir kulağını ölçtürdükten sonra bunu da diye diğer kulağını da sunuyor. Günün çorbası'nda Arca'nın aynı şeyi yaptığını okuyunca çok güldüm.

Günün komik olayı ise İdil ve babasının akşam uykusu öncesindeki muhabbeti:
Bugün kaka yapmamış olan İdil'e babası sorar:
İdil, hai fatto la cacca (İdil kaka yaptın mı?)
İdil cevap verir:
Per fortuna, NO!! (ne şanslıyım ki yapmadım ! ya da şükürler olsun ki yapmadım!)

Sonrada gelip benim ve babasının arkasını kontrol eder biz yapmış mıyız diye.



3 Şubat 2011 Perşembe

Kreşe göndermek

ÖzgürAnne blogunda kreş ya da anaokulu sorunsalına dokunmuş. Ne zamandır yazmak istiyordum vesile oldu. Sorular şöyle:
  • Göndermeli mi? (EVET)
  • Siz gönderdiniz mi? (EVET)
  • Olumlu ve olumsuz etkileri neler? Ne kadar sürdü? (YAZININ DEVAMINA BKZ)
  • Çocuğun hazır olduğu nerden anlaşılır?( SORU İŞARETİ)
  • Bir deneme yapsam kreşler buna sıcak bakar mı? Bu deneme kızımı üzer mi?
  • En iyi yer ev mi (ESKİDEN ÖYLEYDİ)
Türkiye dışında yaşadığım için buradaki deneyimimizi yazacağım. Tamamen kendi yaşadıklarımız hareketle yazıyorum. Belki bir fikir verir.

Belçika'da çocuklar 3-6 aylıkken kreşlere başlıyorlar. Çocuk sahibi olmadan kariyer manyağı olduğum dönemlerde bana çok mantıklı gelen bu uygulama bebiş ortaya çıkınca yok kesinlikle olmaz halini aldı.

Bence çocuklar üç yaşından önce kreşe gönderilebilir. Çünkü evde tek başına oldukça benmerkezi büyürken, kreşte ilk defa toplu yaşam kurallarıyla tanışıyor. Diğer çocuklar ve yetişkinlerle anne ve babası tarafından kollanmadan iletişim kuruyor. Kendine ait bir yaşam oluşturmaya başlıyor. Kreş dışında kalan zamanlarda eğer anne ve baba çocukla yeteri kadar ilgileniyor, sevgisini veriyorsa, iyi bir kreşin çocuğun ruhsal, zihinsel ve bedensel gelişimine olumlu etkisini olacağını düşünüyorum.

İdil 19 aylıkken başladı kreşe. İlk iki ay yarım gün gitti. İlk günlerde oldukça zordu. Beni bırakmadığı günler oldu. Çıkabildiğim günlerde elimde cep telefonu yakındaki bir yerde oturup bekledim. Şimdi tam gün gidiyor. Ama iki yaş krizleri kapsamına kreşi de aldı. Sabahları biraz mızlanıyor ama içeri girince oynamaya başlıyor hemen.

İdil'in kreşteki sorunu iletişimle ilgiliydi. İdil başladığında iki dilde iletişim kurabiliyordu. Kreşte sınıfındaki çocuklardan konuşanı yoktu (Çocukları teker teker alıp alıştırdıkları için İdil üçüncü çocuk olarak başladı) O da büyüklerle konuşmak istedi ama araya üçüncü dil girdi. Sonuç olarak bir süre sonra üçüncü dile alıştı. Bizim de kreşe göndermeme nedenimiz olan üçüncü dil olayı çözüm yoluna girdi. Burada anaokuluna başlama yaşı 2.5. O nedenle biraz daha erken kreşe vermeyi tercih ettik.

İdil'in kreşe başladığında konuşuyor olması bizi olanı biteni anlatabilmesi açısından rahatlattı. Kreşte uyumaya başladığı zaman bizimki uzun süre ağlayınca öğretmeni kızmış. O akşam bana Giovanna kızdı, dediğinde anladım ki uykuyla ilgili problem yaşamışlar. Ertesi gün alırken öğretmenine İdil böyle dedi ne oldu dediğimde hem olan biteni ayrıntılı öğrenmiş oldum hem de öğretmene İdil bizi bilgilendirebiliyor mesajını verdim.

Kreşin olumlu etkisi Fransızca'nın yanısıra kendi başına oyun kurmayı öğrenmesi, başka çocuklarla az da olsa iletişim kurması, oyuncakları paylaşması, farklı etnik gruptan (afrikalı iki çocuk var) çocukları şimdiden tanıması. İdil kreşe başladıktan sonra otobüste gördüğü afrikalı amcalara, teyzelere bakıp çirkin dedi bir iki kere. Yaşadığım şoku anlatamam. Böyle bir şeyi bizden öğrenmiş olamaz, nereden çıktı diye çok kafa yordum. Neticede renk farkından dolayı onları değişik algıladığına karar verdim. Sınıfındaki şarışın bir çocuğa da acayip kanı kaynamış durumda.

İdil kreşte daha iyi yemek yiyor. Kendi başına yanına birini istemeden uyuyor. Bu sayede gece uykuları daha bir düzene girdi (tahtaya tık tık). Altını değiştirmeye kuzu kuzu gidiyor (evde feryat figan). Tek başına oturup kitabına bakıyor. İnsanlara karşı yabani davranmıyor.Girerken ve çıkarken kapıdaki görevlilere selam veriyor.

Olumsuz etkisi oldu mu İdil üzerinde? İlk başlarda biraz mahzunlaştı gibime geldi. Ama sonrasında çok büyük bir iştahla, mutlu gitmeye başladı. Öğle uykuları kısaldı. Evde 2 saate yakın uyurken kreşte 45 dk ile 1 saat arası uyuyor. Ama sonrasında diğer çocuklar uyuduğu için sakin sakin yatağında kitaplara bakmayı öğrendi. İdil gibi bir dakika yerinde durmayan bir çocuk için çok önemli bir aşama. Daha sık hasta olması olumlu ya da olumsuz algılanabilir. Bağışıklık sistemi güçleniyor diyorum ama her hasta oluşunda içim parçalanıyor. Şu an çalışmıyor olmam sayesinde hastalık durumunda ateşi olması bile evde tutup dinlendiriyorum.

Çocuğun hazır olduğu anlaşılır mı? Nasıl anlaşılır? Bilmiyorum. İdil dışa dönük bir çocuk olmasına rağmen zor alıştı. Bence alışmasını belirleyen faktörler, öğretmenlerin yaklaşımı, kreş ortamı ve diğer çocuklarla ilişkisi. Eğer oyun, eğlence, merak ağır basıyorsa güvenliklerini (alıştıklari aile ortamı anlamında) riske atıp denemek istiyorlar. İdil için başta engel olan dil aynı zamanda merakını cezbederek öğrenmeye, kreşe gitmeye özendirdi. .

Deneme işine Türkiye'de sıcak bakacaklarını düşünüyorum. Yeğenim 3 yaşında anaokuluna başladı. Bir kaç hafta denedi uyum sağlayamayınca geri aldılar. Bu deneme yeğenimi üzdü mü? Sanmıyorum çünkü eğlendiği anlar oldu ama o güne kadar hep annesiyle olduğu için anne ağır bastı. Nisan'da 4 olacak yeğenim Ocak ayında yeniden anaokuluna başladı zevkle hoplaya zıplaya gidiyor şimdi.

İdil şimdi kış olması nedeniyle her gün tam gün kreşe gidiyor. Parklar kar, kış, yağmurda hiç cazip değil. Evde de sıkılıp bilgisayara saldırıyor. Ama bahar gelince haftada üç gün göndermek istiyorum. Böylece daha dengeli olacak hem onun hem de benim için (özlüyorum kızımı).

Ev eskisi etrafta bir sürü çocuğun olduğu yer olsa, çcocuklar beraber bahçede oynasa en iyi yer olabilir. Ama bizim gibi kuzey ülkelerinde kışın dört duvar arası en iyi yer olamıyor. Çocuklar sıkılıyor, anneler geriliyor.

2 Şubat 2011 Çarşamba

2011'den bir gitti geri kaldı 11


Ocak ayını da bitirdik. Elde avuçta ne kaldı, küçük mutluluklar diyelim, onları hatırlayalım.

Ocak ayının ilk haftası iki çocuklu oldum; İdil'in kuzeni Elena bizde kaldı. İdil 11 yaşındaki kuzeniyle öyle mutluydu ki, benim yüzüme bile bakmadı :-(( Elena'nın küpelerini, kolyelerini taktı, kazağını giydi, İdil büyüdüüü diyerek ortalarda dolaştı.

Uykuya yatmaya direnişe karşı da büyüme kozunu kullandık. Büyümek için uyumak lazım diye her uykudan uyanışta el ve ayaklarına baktık, büyümüş mü diye. Ben bakıyım ellerin büyümüş mü diye sorunca, ayaklar da diyerek ayağını burnuma dayıyor minik böcek.

15 ocakta, İdil ilk defa lazımlığa kaka yaptı ama arkası gelmedi. Kaka sinyalleri verince gel tuvalete gidelim kitabımızla önerilerimize ''no'' diyerek savuşturdu. No pressure!!! Bununla birlikte altına aldırmaktan hiç hoşlanmıyor son bir kaç aydır.

İdil uzun zamandır eline kitapları alıp kendince okuyordu. Şimdi de kendince kalem alıp yazı yazıyor. Ama boya kalemleri olmaz, babanın kalemi olacak. Ciddi bir yüzle oturup kalemin ucuyla noktalar yapıyor sonra sıkılmaya başlayıp kalem ucuyla kağıdı deliyor.

Ocak ayı küçük mutluluklarla doluydu ama bir hüzünle sonuçlandı. Babaannemizin köpeği Camilla öldü. İdil'in '' Camilla vieni qua'' (Camilla buraya gel) diye çığlıkları çektiğimiz video da kaldı. Bir daha gidişimizde Camilla orada olmayacak. Dile kolay 17 yıl beraberlik, ben bunun 15inde vardım. İdil de sonuna yetişebildi. Nerdeysen orada mutlu ol Camilla.



26 Ocak 2011 Çarşamba

Gecikmiş bir yazı: 2010 böyle bitti

2011 başladı ben başlayamadım bir türlü. Kar, kış, Noel, yılbaşı, yolculuk derken geçti gitti günler. Ne yüreğimi ne düşüncelerimi bir araya getirip iki satır yazabildim. Bu aralar öyle bir haller oluyor ki bana, her konuda basiretim bağlanıyor. Ah bir çıkabilsem bu işin içinden. İşi bırakmak mı böyle yaptı beni.

İdil kuş günün birinde okursa diye yine özetleyip kayda geçelim olup bitenden aklımda kalanları.

14-20 Aralık, Brüksel

Her yerde kar vardı. Anneanne İstanbul'a gitti. Ben İdil'den daha kötü oldum. İdil bu dönemde Noel süslemeleri, ışıklarıyla mutluluktan şarhoş oldu. Baba çok çalıştığı için İdil'i ben aldım kreşten ve otobüsle döndük evimize. Pusetinde oturmaktan sıkılıp ayakta durup askılara asılmak istedi bacak kadar boyuyla. Evimize seneler sonra İdil için bir Noel ağacı kurduk, süsledik. İdil ağacım üzerimdeki topların yerini değiştirerek eğlendi. Ağacın başına geçip babasının dediği gibi ' palline siiii, luci nooo' (toplara dokunabilirsin evet, ışıklar hayır) diye sayıklarken arada bir elini ışıklara uzattı.

20 -22 Aralık, Brüksel

İdil'in Noel tatili öncesi kreşteki son günleri beni biraz korkuttu. Bir sabah kreşin pediatrı arayıp İdil'in kakasını tahlile göndermek için izin istedi. Sınıfta bir çoçukta campylobacter denilen kolay bulaşan bir bakteri varmış. İdil de kötü bir kaka yapınca şüphelenmişler. (Hafta sonunda İdil uyumadan önce kusmuş vegeceyarısı kaka yapıp uyanmıştı ama ben soğuk havada üşüttü diye yorumlamıştım)

Kreş tatile gireceği için sonuçların İdil'in doktoruna yönlendirileceği, antibiyotik tedavisi gerektiği gibi bir ton ayrıntı arasında ben eyvah annem de yok burada, iki gün sonra her yer tatil, biz de yola çıkacağız, her ne yapıcam diye panikledim.


23-25 Aralık, Brüksel

Kreş tatil, baba tatilde, biz çekirdek aile takıldık karlar altındaki Brüksel'imizde. Eksik hediyelerimiz tamamladık, gezdik, tozduk, beraber bol bol oynadık. İdil babasıyla birlikte Noel babaya mektup yazarak Noel hediyesi olarak bir bebek istedi. Babası mektubunu postaladı. Noel sabahında ağacın altında bir paket, paketin içinde de bir bebek bulunca çok sevindi. Ama hevesi kısa sürdü. İlk bebeği Lolis'in (Louise'in İdilcesi) yerini alamadı yeni bebek.

25 aralık'ta İdil'in idrar tahlili sonucu henüz piyasada yoktu. Yavrum patates, havuç, pirinç yemesine rağmen halen kötü kaka yapıyordu. Her gün doktorunu arayıp sonuçlar geldi mi diye sormamdan bezen doktorumuz havalimanında uçağa binmeden önceki son tacizimde beni, eğer bakteri varsa ben sizi ararım, no news good news, diyerek beni başından savdı. Biz de Roma'ya (İdilcede: Yoma'ya) doğru kanatlandık.

Sabah 11'de Brüksel'de evimizden çıktık, aksam 19'da Roma'da eve vardık. Alt tarafı 2 saatlik uçuş için toplam 8 saat yollardaydık.


26-29 Aralık, Roma

Roma'da kızımın İtalyan genleri iyice ortaya çıktı. Sadece üç günde hızlandırılımış bir kursa gitmişcesine italyancasını ilerletti. Büyük kuzenleriyle oynarken sanki birden büyüdü. Babaannesinin köpeği Camilla'yı bir saniye olsun rahat bırakmadı. Camilla'nın ağzını, gözlerini, kulaklarını yakından inceledi. Camilla 17 yaşında oldukça yaşlı bir köpek olduğu ve daha büyük torunların bilimum eziyetine maruz kaldığı için İdil ' e bir sitem havı bile etmedi.

İdil hanım 'andate a lavorare' (gidin çalışın) sözleriyle işkolik dedesini çok güldürdü.

Geçen yıl Noel'de anne ve babadan başka kimseye gitmeyen İdil, bu yıl herkese vize verince evdeki mutluluk oranı arttı.

29-31 Aralık, Brüksel

Uçtuk geldik evimize vakitlice. Senelerdir ilk defa yılbaşına kendi evimizde, karı koca başbaşa girdik. İdil'in pili 19:30 civarında bittiği için onu kutlamalara dahil edemedik, hem zaten şarap, şampanya için çok erken. Sakin huzurlu ev ortamı gibisi yok diye düşünürken gece yarısı patlayan havai fişeklerle huzur tuz buz oldu. Neden mi? Çünkü havai fişek sadece ses olarak algılandığında çok sinir bozucu oluyor. Buna bir de evde uyuyan çocuğun uyanması endişesi eklenince kısa bir süre içinde olsa elveda huzur denilebiliyor.


10 Ocak 2011 Pazartesi

Emzirme Reformu

Bu konuda dolaşan sobelere maydanoz olup olmamayı düşünüp olmaya karar verdim. Anne çocuk açısında bu kadar önemli bir konuda, çorbada tuzum olsun diyerek kendi deneyimimi yazdım.

(1) Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı sizce yüzde kaç? (*)

En az yüzde ellidir diye düşünüyordum. Açıkçası UNICEF verileri beni oldukça şaşırttı.

(2) Siz bebeğinizi ne kadar süre anne sütü ile beslediniz?

Ben kızımı bir yaşına kadar emzirdim. İlk beş ay sadece anne sütü verdim. Altıncı ayında katı gıdayla tanıştı ama günde beş kere emmeye devam etti.

(3) Kaç ay doğum izni kullandınız?

Belçika'da çalıştığım kurumun kuralları çerçevesinde 20 haftalık doğum iznimi iki haftası doğumdan önce olmak üzere kullandım. 20 hafta bitince 3 hafta çalışmam gerekti. Daha sonra da beş hafatalık yıllık iznimi kullandım.

(4) Yasal süt izninizi kullanabildiniz mi?

Bebek altı aylık olana kadar günde bir buçuk saat olan süt iznimi doğum izni ile yıllık izin arasında çalıştığım üç hafta içinde, kızımın doktorundan aldığım belgeyi işverenime vererek kullandım. Brüksel küçük bir şehir olduğu için öğle tatilinde eve dönüp emzirdim. Süt iznimi de erken çıkarak kullandım.

(5) Emzirdiğiniz ya da süt iznini kullandığınız için iş yerinde mobbing (tepki, işi bırakmanız için baskı) ile karşılaştınız mı?

Hamile kaldığım andan itibaren yavaş yavaş dosyalarımı başkalarına devretmem gerekti. Doğrudan olmasa da hamileliğim konusunda kendimi kötü hissettirecek davranışlarla karşılaştım. Nitekim doğum izninden sonra doktora gideceğimi söylediğimde müdürüm yine mi hamilesin diye şakayla karışık sordu. Süt iznim tatil aylarına denk geldiği için pek göze batmadı. Ama daha sonra tam işbaşı yaptığımda gerekli gereksiz yorumlara mazur kalmamak için işyerinde süt şağmak istemedim. Kızımı sadece sabah akşam emzirebildim.

(6) Bebeğinizi toplum içinde, dışarıda emzirmeniz gerektiğinde sıkıntı yaşadınız mı?

Çok haz ettiğim birşey değildi ama gerektiğinde emzirdim. Genelde emzirme saatlerinde evde olmaya çalıştım ama yolculuklarda, ev dışındayken, uçakta, bazı restoran ve kafelerde emzirdim. İnsanların tepkisi olmadı ama bazı meraklı gözlerle karşılaşılıyor.

(7) Emzirme konusunda desteğe ihtiyacınız oldu mu? Gerek emzirme danışmanlığı, gerekse psikolojik olarak yeterince destek bulabildiniz mi?

Evet evet evet. Hastanede hemşireler sürekli yardım istedim çünkü beceremiyordum sütüm gelmiyordu. Kızım 3.5 kilo doğmuştu hastanedeki 4. gününde 3.1 olmuştu. Çocuk doktorumuz kilo almazsa hastaneden çıkamazsınız demişti. Sürekli ağlıyordum ben iyi bir anne olamayacağım diye. Neticede sütüm geldi, kızım 50 gram aldı ve çıktık. Daha sonra eve bir emzirme danışmanı bir hemsire geldi hem bana yardımcı oldu hem de kızımın gelişimi denetledi.

İlk kırk günüm çok zordu. Çok ağladım alıp başımı gitmeyi düşündüm. Bu süreçte eşim ve annem hep yanımdaydı, çok destek oldular. Onun dışında profesyonel bir destek almadım. Emzirme seanslarında Friends dizisi izledim, iyi geldi.


(8) Emzirdiğiniz süre boyunca etraftan “sütün yetmiyor, mama ver, bu çocuk meme emmek için çok büyük” şeklinde baskı gördünüz mü?

Hayır

(9) Emzirme Reformu’nu biliyor musunuz? Sizce Emzirme Reformu neden gerekli?

Biliyorum. Emzirme reformu bebeklerin ilk altı ayında anne sütü alabilmeleri için şart. Türkiye'deki uygulama anne ve bebeğinin birbirinden çok erken ayrılmasına neden oluyor.

(10) Emzirme Reformu’nu web sitesinde desteklediniz mi? Destek olmak için www.emzirmereformu.com adresindeki formu doldurmanız yeterli.

Destekledim.

Yukarıdaki soruları yanıtladıktan sonra, veri takibi yapabilmek açısından yazınızın linkini bilgi@emzirmereformu.com adresine gönderiniz.

(*) Türkiye’de ilk altı ay sadece anne sütü alan bebeklerin oranı yüzde 1,3. (Kaynak UNICEF Türkiye). Annelerin yüzde 98′i doğumdan sonra emzirmeye başlıyor, fakat ilk iki aydan sonra genel emzirme sorunları veya işe başladıklarında yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle emzirmeyi ve anne sütüyle beslemeyi sonlandırabiliyorlar.