28 Ekim 2011 Cuma

Ankara'nın kırkını çıkardık

15 Eylül'de başlayan Ankara maceramızda kırk günü geride bıraktık. Kırk gün sonra  lohusalıkta olduğu gibi sihirli bir değnek değmedi maalesef. Kendimi hala sudan çıkmış balık gibi hissediyorum. Bunun 15 yıldır yurtdışında yaşamakla da ilgisi yok. İstanbul'da olsam böyle olmazdım eminim. Bu şehre dair ne bir anım ne de bir gönül bağım var. Referans verilen noktaları, yolları gözümde canlandıramıyorum.

Evimizin önünde iki tane okul var. Uzun yıllar sonra  pazartesi sabahı okul töreninde İstiklal Marş'ını duyunca gözümde yaşlarla ben de söyledim.  Ardından andımızı söyledik beraber. İlkokulu bitireli kaç yıl oldu ama hala beynimde kazılı (bazen önceki gün ne yediğimi unutuyorum), beyin yıkanması bu demek herhalde.  

Bugünlerde de dağ başını duman almış takılıyoruz. İlk defa 29 Ekim'i Ankara'da kutlayacağım için heyecanlıyım. İdil'e 29 Ekim bayramını Türkiye'nin doğum günü diye anlattım. Neyseki pastada kaç mum olacak diye sormadı.

Bir aylık bir bekleyiş sonrasında eşyalarımız bir hafta bir gecikmeyle geldi. Evi ilk ay eşyalı kiraladığımız için ev sahibimiz geçen hafta alıp beyaz eşyalar ve perdeler dışında herşeyi götürdü. Bizim eşyalarımız sözde ertesi gün gelecekti. Gerekli belgeler hazır olmayınca biz evde kaldık dımdızlak. İki gecelik otel macerasından sonra yer yatakları temin edip boş evde kalmayı, kağıt tabak bardakla takılmayı tercih ettik. İdil boş evde koştu, hopladı, zıpladı ve çok eğlendi. Şimdi ise kutu kutu yaşıyoruz çünkü gardolabımız bu eve sığmadı. Tavan 4 cm kısa geldi. 

Ben kendimce bu sıkıntıları yaşarken gelen şehit haberleri ve ardından gelen Van depremi şamar gibi indi yüzüme. Nereye baksam ne okusam gözüm doluyor, başlıyorum ağlamaya. Yeter artık anneler evlatlarını kaybetmesinler, binalar iskambil kağıtları gibi yıkılmasın diye bağırasım geliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder