7 Şubat 2010 Pazar

Tembel Anneyle ordan burdan

Günler nasıl geçiyor anlamıyorum. Bir koşuşturmacadır gidiyor. Hiç birşeye yetişemiyorum hissiyle yaşıyorum. İşteyken evde olmak istiyorum. Oturup blog yazmak istiyorum. Sadece İdil değil diğer konuları, düşündüklerimi. Ama işte bütün gün işte yaz yaz sonraa kşam sadece iki satır okuyacak kadar oturabiliyorum bilgisayarın başında. En tembel blogcu anne ödülünü kimseye kaptırmıycam bu gidişle.

Akşam eve geldiğimizde İdil ile beraber olmak çok keyifli ama o saatte çok uykusu olduğu için hem heyecan hem uyku nedeniyle biraz mızmızlanıyor. Sürekli kucak istiyor. Dokuz buçuk kilo olduğumuz için annenin sırtı bir süre sonra isyan ediyor. Bu arada siyatik ağrısıyla yaşıyorum ne zamandır. Sanırım işte bilgisayar başında eğri oturmaktan oldu. Neyse şimdi yer değiştirdim ve spora başladım umarım yakında ağrılar tarih olur.

İdil ışık hızıyla büyümeye devam ediyor. Müzik sesiyle yerinde yaylanarak dans ediyor. Artık neyin ne olduğunun iyice farkında. İnanılmaz baba düşkünü. Babayı görünce benim pabucum dama. Bugün babasını kapıda baba baba diye karşıladı henüz benim için aynı tezahürat yok. Anneanneyle gündüzleri keyifli vakit geçiriyoruz. Pazartesi, perşembe ve cumaları ev nüfüsü artıyor ve İdil hanımda bundan pek mutlu. Ev işlerine yardıma gelen Sebile ve Fatma ablalarla kıkır kıkır gülerek oynuyor. Kitaplığımız genişlemeye devam ediyor. Anne çeşit çeşit kitap alıyor İdil de onların sayfalarını çeviriyor, merakla bakıyor. Ama nedense oturup okumaya başlayınca sıkılıyor. İllaki kendisi aktivite yapacak. Bu arada kitaplarımız içinde favorimiz yeşil fare liderliğini koruyor:

Bu hafta sonu İdilcim ilk defa dışarda yürüdü. Asansörde büyükler gibi ayakta durdu, parmak uçlarında yükselip düğmelere basmaya çalıştı. Sonra gittiğimiz oyuncakçıda koridorları arşınladı. Boyundan büyük kutuları raftan aşağı indirmeye çalıştı. Bu kız büyüyünce halterci falan mı olucak, (Ben Özgür Anne'nin anketinde mutlu olsunu seçtim, ne isterse kabul o mutlu olduğu sürece) sürekli ağır bir şeyler kaldırmak peşinde. En ilginci o kadar oyuncak arasında kıyıda köşede kalmış bir elektrik prizini bulup, parmaklarını sokmaya çalıştı. İki saniye arkasını dönen anne kalp krizi eşliğinde İdil olay mahallinden uzaklaştırdı.

Bu arada üstten üç dişimiz çıktı dördüncü yolda. Ağzına jel süreyim mi dediğimde ağzını açıyor sonra da parmaklarımı ısırıyor bir güzel. Sabah kalktığında anneanne kahvaltı hazırlamış sana dediğimde hammm diyor. Diş ağrısı için omeopatik papatya granüllerinden veriyorum, minik şeker gibi eliyle atıyor ağzına yam yam diyerek götürüyor. İyi geliyor galiba.

Artık ne istediğini çok iyi biliyor ve bizi ona doğru yönlendiriyor. Kucak istemesinin ana nedeni yukarıdaki nesnelere öyle ulaşabileceğinin farkında olması. İstediği birşeyi görünce atıyor kendine ona doğru.

Geçen haftanın favori eğlencesi çöp kutusuydu. Çekmeceyi kendine doğru çekip, çöp tenekesindekileri karıştırma oyunu bulmuş kendine. Biz vakit bulup ikea'ya gidip koruyucu zımbırtıları alana kadar (aslıdan alamadık ama uzun hikaye) annem akla karayı seçti. En son çöpün durduğu çekmecenin önüne sandalye koymuş. İdil sandalyenin sağından solunda dolaşıp açmaya çalışıpta açamayında, sinirlenip saymış durmuş anneanneye bir iki dakika. Cumartesi sabahı uyandığında çekmecenin üzerine taktığımız renkli koruyucu bantları oyuncak sandı ve mutlu oldu. Şimdilik açmak yerine kocamn renkli halkalara değerek bip bip yapıyoruz. Bakalım ne kadar sürecek??
Yeşil fare kitabı aslında fransızca bir çocuk şarkısı. Webde resmini ararken youtube'da videosunu buldum ve resmi alayım derken nasıl olduysa (daha tam çözemedim bu blog dünyasını bana excel falan getirin bir zahmet) bilmiyorum videoyu kopyalamışım ve silemedim gitti. Ne yapalım bu yazının bonusu olsun bu şarkı:-)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder