27 Şubat 2011 Pazar

Haftasonu notları

Brüksel'de yağmurlu, soğuk bir haftasonu daha geçti. İdil ile beraber sıkılmıyoruz (sıkılacak vakit yok) ama hava kapalı olunca ruhumuz, enerjimiz olumsuz etkileniyor.

Cumartesi sabahı bana araba bakmaya gittik dönerken yağmura yakalandık. İdil'in arabasının yağmurluğunu almadan çıkmışız. Artık araba zaten bir aksesuar oldu. İdil çıkmadan pazarlığa başlıyor ayakta diye. Yorulunca kucak istediğinden arabayı alıp çıkıyoruz. Arabaya oturtmak için en iyi ikna yöntemi ise güvercin kovalama oynuyacağız oldu. Karda kışta pek ortada gözükmeseler de arayıyoruz. Yağmura yakalanınca girdik bir yere kahve içmeye, çok çocuk friendly olmasa bile işimizi gördü. Zaten eve beş dakika mesafedeydik ayrı mesele ama İdil restorana gidelim deyince öyle bir çözüm bulduk. Sonra baktık yağmur dinmiyor kaderde ıslanmak var, bu çocuk bırda büyüyecek deyip çıktık yine yola. Sonra ev, yemek, uyudu uyandı derken akşamı ettik. Neyse ki yeni oyuncaklarımız var, onlarla vakit geçti.

Pazar sabahı little gym. İdil'in göz nezlesi bana geçtiği için bu sabah baba kız takıldılar. Gidip orda çoluk çocuğa dağıtmayıp diye evde kaldım. İdil bara asılıp takla atmış onu kaçırdım. Bu aralar İdil ile ters düz takla derken ben de 20 yıl sonra takla atmaya başladım. O durum idare taklalarından değil, bizzat beden eğitimi dersinde yaptıklarımızdan. Little gym'de dedikleri siz yapın ki çocuklarınızda korkmadan yapsın. İdil'den anne de takla atıyor lafını duymak keyifliydi gerçekten.

Bu aralar hastalık korkusuyla yaşıyorum resmen. Bloglara bakıyorum tüm çocuklar hasta. Bitsin bu kış lütfen. Allah beterinden korusun çocuklarımızı. İdil bir şeyler kapıyor eve getiriyor önce o sonra biz şeklinde hastalanıyoruz. Virüslerle evimizi paylaşır olduk resmen. İdil'in konjunktivitli gözleri gözümün önünden gitmiyor, çok üzülüyorum. Birisi de konjunktivitin arkasından bronşit gelir deyip sinirimi bozdu iyice. Geçen hafta acaba su çiceği aldı mı kuşkusu, cumartesi ve pazar bir tane bacağında bir tane bileğinde çıkıp sonradan yok olan kırmızı lekelerle güçlendiyse de, gerisi gelecek mi yoksa alerji mi diye düşündürmeye devam ediyor. Bu akşam hafif ateşli uyuduk bakalım gece nasıl geçecek.

Bu hafta İstanbul biletlerimiz aldım. İdil'in ilk koltuğu. Adam sınıfına girdi:-)) Annem bak annecin sana bilet aldı İstanbul'a gitmek için deyince ne derse beğenirsiniz, teşekkür ederim annecim.Anne eridi. Babadan 10 gün uzak kalmaya nasıl tepki verecek küçük hanım göreceğiz.

İdil'in baba düşkünlüğü zirvede bu aralar. Eğer bu zirve değilse fazlasına nasıl dayanırım bilemiyorum. İkisi oynarken yanlarına gidersem anne gitsin diye beni postalıyor. Uyumak için babası kitap okusun, burnunu babası silsin, gözüne ilacı babası sürsün diye liste uzuyor gidiyor. Bu akşam anne akıllı miniği okusun diye lütfetti de ben uyuttum kızımı.

İdil öyle öpülüp koklanmaktan hoşlanmayan bir çocuk. Bazen alıp içime sokasım geliyor ama dokundurtmuyor resmen. Ben de öyleymişim. Ama şimdi bebekken daha fazla mıncıklasaydım keşke diyorum. Okşamaya çalıştığımda anne dokanmasın diyişi varki al onu mıncıkla ya. Neyse çocuğuna saygılı bir ebeveyn olarak tabi deyip kenara çekiliyorum.




22 Şubat 2011 Salı

İdil 2 yaşında

Minik kuzum iki yaşında. Daha nice sağlıklı, mutlu , huzurlu, şanslı senelere annesinin nar tanesi, nur tanesi, bir tanesi.

İki doğum günü partisi, iki pasta, büyük arkadaşlar küçük arkadaşlar, istanbul'dan dayı derken yine bir 20 Şubat geride kaldı.

2 gün üstüste doğum günü partisi artı kreşte kutlama derken anne yorgunluktan bayılırken (2 pastayı anne yaptı artı börek çörek diye kendine paraladı) İdil de bilimum insanlarla temastan göz nezlesi, konjunktivit oldu. Pamuklar üstünde büyütülmüyor bu çocuklar. Kızımın kırmızı, şiş ve akıntılı gözlerine bakınca için acıyor. İlaç sürebilene de bravo. Bu ilaçları yapanlar sürmek için yardıma gelse.

Doğum günü sabahı little gym'e gittik. Orada da eli yüzü kırmız benekli bir çocuk vardı. Su çiçeği olmasından şüphelendim. Babasına soramadım aman be adam hasta çocuğu ne diye getirdin diye!!!Şimdi beklemedeyiz öyleyse İdil de 10 gün içinde çıkar belirtileri. İyi huylu hastalık dediler aşısını yaptırmadık ama bir yandan da korkuyorum. Neyse hayırlısı olsun. Allah kötü hastalıklardan korusun.

Pimpa İdil'in doğum gününe geldi

Bırakın beni füf yapıcam
.
Bu pastayı da uzun uğraşlar sonucunda anne yaptı. Kayda geçsin lütfen:-)

18 Şubat 2011 Cuma

Anneye bir şaplak

16 Şubat 2011 akşam 19 sularında İdil'in yüzüme oturttuğu şaplakla dünyam karardı. Takip eden saniye içinde kafamdan geçenler:
  • nasıl yani?
  • nereden öğrendi?
  • şimdi ne tepki vermeliyim?
  • kreşte kesin biri vurdu kızıma?
  • biz bir fiske bile vurmadık?
  • televizyon hep kapalı? neden ben?
  • saçına toka takıyordum sadece!

İkinci saniyede gözlerim doldu.

İdil çok yanlış bir şey yaptın derken içeri babası girdi ne oldu diye sordu. Ben gözyaşları içinde olanı özetledim sonra babası kızdı İdil'e ve anneden özür dilemesini istedi. İdilcim ne yaptığını pek anlamadığı için neden özür dilediğini anlamadı.

Ben kızımı öptükten sonra babasıyla bırakıp odamda biraz ağladım. Çok fena içime oturdu o şaplak. Tabi ki ne yaptığını bilmiyor üzülmem anlamsız ama çocuğumdan böyle bir tepki beklemiyordum.

Daha sonra kendimi toparlayıp yaptığının yanlış olduğunu anlatırken ona kreşte kimsenin vurup vurmadığını sordum. O da bir arkaşdaının adını verdi. Bu terrible two döneminde çocuklar agresifleşiyor ama kızımdan pek beklemiyordum açıkcası. İdil genelde oldukça uyumlu bir çocuk. Cici cici diye sever. Yüzündeki agresif bakış bana çok yabancı geldi.

Kreşteki öğretmenleriyle konuşacağımpazartesi. Öğrenelim bakalım ne olup bitiyor sınıfta.

15 Şubat 2011 Salı

En güzel hediye


Sevgililer gününe ve tüketim merakına gıcık olduğumu haykıran bir yazının akşamında kızım şimdiye kadar aldığım en anlamlı hediyeyi verdi . Ben daha ne isterim:-))

Hayat güzel mi ne??

14 Şubat 2011 Pazartesi

Kırmızı kırmızı her yer kırmızı

Evet bugün sevgililer günü, bir 14 Şubat daha cee dedi.

Sabah spora gittim. Çıkışta bir baktım resepsiyona kırmızı kağıda sarılı kalp şeklinde çikolatalar koymuşlar. Oldu mu şimdi kardeşim derken içimden al kızım al diyen sese yenik düşdüysem de, ağzıma atmadan eve gelebildim.

Arkadaşımla yediğim öğlen yemeğinde tercihim günün yemeği olunca, önünde başka bir kalp bitti. Hamurdan kalp yapıp yemeği içine saklamışlar iyi mi! İyi ki hamuru kırmızıya boyamamışlar dedim içimden. Restorandaki kırmızı balonlara falan dokunmuyorum.

Dükkanlarda kırmızı kalp enflasyonu, elinde kocamana 'I love you' balonlarıyla gezen adamlar, çiçekçilerdeki kuyruklar, sabah hiç düşünmeden giydiğim kırmızı tişörtüm....

Iyyk diyorum kapitalizm zoruyla itelenen romantizm kapsamında alınan ve verilen hediyelere, yenilen akşam yemeklerine. Bugün illa ki sevileceksiniz bir çiçek, bir ayıcık ya da bir kutu çikolatayla.

Ekonomik kriz zamanlarında ne yapılır? Tüketim pompalanır, insanlar gerekli gereksiz tüketsin ki çarklar dönsün. Sevgililer günü, cadılar bayramı, anneler günü, babalar günü gibi fırsatlar varken daha ne isterseniz, insanları en hassas oldukları yerden vurun. Hediye alsan bir türlü almasan bir türlü.

CNN'de bu sabah verilen habere göre sevgililer günü sadece ABD'de 18 milyar dolarlık harcama yapılmış. Bir düzine gülün fiyatı Kenya'da 1.5 dolarken, İngiltere'de 48-68 dolar aralığındaymış. Yine CNN haberine göre, ABD'de Vahşi Hayatı Koruma Cemiyeti sevgililer günü hediyesi olarak değişik bir alternatif sunuyor. 10 dolarlık bağış karşılığında Bronx hayvanat bahçesinde ikamet eden, dünyada en cazgır olarak bilinen 58 bin Madagaskar hamam böceğinden biri ne sevgilinizin adını verebilirsiniz. Sanırım linkte resmi de sertifika olarak veriyorlarmış. Fırsatçılığın böylesi diyorum, aslında tebrik etmem lazım, at least for a good cause!!

Fransız televizyonundaki bir habere göre ise (çiçekçiler faks göndermiş) adamlar sabahtan beri aynı çiçek buketinden iki tane alıyorlarmış, biri eşe diğeri metrese:-)

Hamam böceği mi, iki buketten biri mi?? d şıkkı neydi?

Hayata çok mu olumsuz bakıyorum acaba?

PS: İdil'cim okuduğunda bana ne alaka diye sorarsan diye not düşüyorum. Sabahtan beri bombalanan annen biraz içini döktü.



6 Şubat 2011 Pazar

İdil non é malato (İdil hasta değil)

Ne zaman bitecek bu grip, nezle sezonu? İdil kreşe başladı başlayalı aşağı yukarı her hafta bir virus kaptı. Doktoru demişti zaten burnundan her akan her yeni saydam sümük, yeni bir virüs habercisi diye. Yaklaşık otuz virüs falan alınca bağışıklık sistemi basit soğukalgınlığına karşı güçlenecek. Sayamadım kaç oldu ama en azından yarılamışızdır diye umut ediyorum.

Cuma kreşin hemşiresi aradı ateşi 38.6 ateş düşürücü verebilir miyim diye? Tabi gelip alırsanız iyi olur da dendi. Sanki ben hasta çocuğumu orada bırakıcam. Ben zaten kreş yolundaydım. Cumadan beri ateş 38-39.5 arasında inip çıkıyor. Doktorunu aramadık önceki tavsiyeler üzerine perdolan, nurofen, serum fizyolojikle idare ediyoruz. Dün akşam ateş artarken keyifsizdi. İştah felaket yemek yemeden, süt içmeden yattı. Bugün iştah biraz daha iyiydi. Tavuk suyuna çorbaya talimiz. Bakalım yarın nasıl olacak?

İdil'in ateşini ölçebilmek için sıkı bir diplomatik müzakere yapmam gerekiyor. Onun argümanı 'İdil hasta değil' şeklinde. Ne denir bu durumda?? Aldığım müzakere teknikleri dersleri hiç işe yaramıyor karşımdaki 2 yaşında çocuk olunca. En kolay çözüm babayı çağırıp, ona ölçtürmek. Benim elimde dereceyi görünce hasta değilim diye tabanları yağlayan velet babasına bir kulağını ölçtürdükten sonra bunu da diye diğer kulağını da sunuyor. Günün çorbası'nda Arca'nın aynı şeyi yaptığını okuyunca çok güldüm.

Günün komik olayı ise İdil ve babasının akşam uykusu öncesindeki muhabbeti:
Bugün kaka yapmamış olan İdil'e babası sorar:
İdil, hai fatto la cacca (İdil kaka yaptın mı?)
İdil cevap verir:
Per fortuna, NO!! (ne şanslıyım ki yapmadım ! ya da şükürler olsun ki yapmadım!)

Sonrada gelip benim ve babasının arkasını kontrol eder biz yapmış mıyız diye.



3 Şubat 2011 Perşembe

Kreşe göndermek

ÖzgürAnne blogunda kreş ya da anaokulu sorunsalına dokunmuş. Ne zamandır yazmak istiyordum vesile oldu. Sorular şöyle:
  • Göndermeli mi? (EVET)
  • Siz gönderdiniz mi? (EVET)
  • Olumlu ve olumsuz etkileri neler? Ne kadar sürdü? (YAZININ DEVAMINA BKZ)
  • Çocuğun hazır olduğu nerden anlaşılır?( SORU İŞARETİ)
  • Bir deneme yapsam kreşler buna sıcak bakar mı? Bu deneme kızımı üzer mi?
  • En iyi yer ev mi (ESKİDEN ÖYLEYDİ)
Türkiye dışında yaşadığım için buradaki deneyimimizi yazacağım. Tamamen kendi yaşadıklarımız hareketle yazıyorum. Belki bir fikir verir.

Belçika'da çocuklar 3-6 aylıkken kreşlere başlıyorlar. Çocuk sahibi olmadan kariyer manyağı olduğum dönemlerde bana çok mantıklı gelen bu uygulama bebiş ortaya çıkınca yok kesinlikle olmaz halini aldı.

Bence çocuklar üç yaşından önce kreşe gönderilebilir. Çünkü evde tek başına oldukça benmerkezi büyürken, kreşte ilk defa toplu yaşam kurallarıyla tanışıyor. Diğer çocuklar ve yetişkinlerle anne ve babası tarafından kollanmadan iletişim kuruyor. Kendine ait bir yaşam oluşturmaya başlıyor. Kreş dışında kalan zamanlarda eğer anne ve baba çocukla yeteri kadar ilgileniyor, sevgisini veriyorsa, iyi bir kreşin çocuğun ruhsal, zihinsel ve bedensel gelişimine olumlu etkisini olacağını düşünüyorum.

İdil 19 aylıkken başladı kreşe. İlk iki ay yarım gün gitti. İlk günlerde oldukça zordu. Beni bırakmadığı günler oldu. Çıkabildiğim günlerde elimde cep telefonu yakındaki bir yerde oturup bekledim. Şimdi tam gün gidiyor. Ama iki yaş krizleri kapsamına kreşi de aldı. Sabahları biraz mızlanıyor ama içeri girince oynamaya başlıyor hemen.

İdil'in kreşteki sorunu iletişimle ilgiliydi. İdil başladığında iki dilde iletişim kurabiliyordu. Kreşte sınıfındaki çocuklardan konuşanı yoktu (Çocukları teker teker alıp alıştırdıkları için İdil üçüncü çocuk olarak başladı) O da büyüklerle konuşmak istedi ama araya üçüncü dil girdi. Sonuç olarak bir süre sonra üçüncü dile alıştı. Bizim de kreşe göndermeme nedenimiz olan üçüncü dil olayı çözüm yoluna girdi. Burada anaokuluna başlama yaşı 2.5. O nedenle biraz daha erken kreşe vermeyi tercih ettik.

İdil'in kreşe başladığında konuşuyor olması bizi olanı biteni anlatabilmesi açısından rahatlattı. Kreşte uyumaya başladığı zaman bizimki uzun süre ağlayınca öğretmeni kızmış. O akşam bana Giovanna kızdı, dediğinde anladım ki uykuyla ilgili problem yaşamışlar. Ertesi gün alırken öğretmenine İdil böyle dedi ne oldu dediğimde hem olan biteni ayrıntılı öğrenmiş oldum hem de öğretmene İdil bizi bilgilendirebiliyor mesajını verdim.

Kreşin olumlu etkisi Fransızca'nın yanısıra kendi başına oyun kurmayı öğrenmesi, başka çocuklarla az da olsa iletişim kurması, oyuncakları paylaşması, farklı etnik gruptan (afrikalı iki çocuk var) çocukları şimdiden tanıması. İdil kreşe başladıktan sonra otobüste gördüğü afrikalı amcalara, teyzelere bakıp çirkin dedi bir iki kere. Yaşadığım şoku anlatamam. Böyle bir şeyi bizden öğrenmiş olamaz, nereden çıktı diye çok kafa yordum. Neticede renk farkından dolayı onları değişik algıladığına karar verdim. Sınıfındaki şarışın bir çocuğa da acayip kanı kaynamış durumda.

İdil kreşte daha iyi yemek yiyor. Kendi başına yanına birini istemeden uyuyor. Bu sayede gece uykuları daha bir düzene girdi (tahtaya tık tık). Altını değiştirmeye kuzu kuzu gidiyor (evde feryat figan). Tek başına oturup kitabına bakıyor. İnsanlara karşı yabani davranmıyor.Girerken ve çıkarken kapıdaki görevlilere selam veriyor.

Olumsuz etkisi oldu mu İdil üzerinde? İlk başlarda biraz mahzunlaştı gibime geldi. Ama sonrasında çok büyük bir iştahla, mutlu gitmeye başladı. Öğle uykuları kısaldı. Evde 2 saate yakın uyurken kreşte 45 dk ile 1 saat arası uyuyor. Ama sonrasında diğer çocuklar uyuduğu için sakin sakin yatağında kitaplara bakmayı öğrendi. İdil gibi bir dakika yerinde durmayan bir çocuk için çok önemli bir aşama. Daha sık hasta olması olumlu ya da olumsuz algılanabilir. Bağışıklık sistemi güçleniyor diyorum ama her hasta oluşunda içim parçalanıyor. Şu an çalışmıyor olmam sayesinde hastalık durumunda ateşi olması bile evde tutup dinlendiriyorum.

Çocuğun hazır olduğu anlaşılır mı? Nasıl anlaşılır? Bilmiyorum. İdil dışa dönük bir çocuk olmasına rağmen zor alıştı. Bence alışmasını belirleyen faktörler, öğretmenlerin yaklaşımı, kreş ortamı ve diğer çocuklarla ilişkisi. Eğer oyun, eğlence, merak ağır basıyorsa güvenliklerini (alıştıklari aile ortamı anlamında) riske atıp denemek istiyorlar. İdil için başta engel olan dil aynı zamanda merakını cezbederek öğrenmeye, kreşe gitmeye özendirdi. .

Deneme işine Türkiye'de sıcak bakacaklarını düşünüyorum. Yeğenim 3 yaşında anaokuluna başladı. Bir kaç hafta denedi uyum sağlayamayınca geri aldılar. Bu deneme yeğenimi üzdü mü? Sanmıyorum çünkü eğlendiği anlar oldu ama o güne kadar hep annesiyle olduğu için anne ağır bastı. Nisan'da 4 olacak yeğenim Ocak ayında yeniden anaokuluna başladı zevkle hoplaya zıplaya gidiyor şimdi.

İdil şimdi kış olması nedeniyle her gün tam gün kreşe gidiyor. Parklar kar, kış, yağmurda hiç cazip değil. Evde de sıkılıp bilgisayara saldırıyor. Ama bahar gelince haftada üç gün göndermek istiyorum. Böylece daha dengeli olacak hem onun hem de benim için (özlüyorum kızımı).

Ev eskisi etrafta bir sürü çocuğun olduğu yer olsa, çcocuklar beraber bahçede oynasa en iyi yer olabilir. Ama bizim gibi kuzey ülkelerinde kışın dört duvar arası en iyi yer olamıyor. Çocuklar sıkılıyor, anneler geriliyor.

2 Şubat 2011 Çarşamba

2011'den bir gitti geri kaldı 11


Ocak ayını da bitirdik. Elde avuçta ne kaldı, küçük mutluluklar diyelim, onları hatırlayalım.

Ocak ayının ilk haftası iki çocuklu oldum; İdil'in kuzeni Elena bizde kaldı. İdil 11 yaşındaki kuzeniyle öyle mutluydu ki, benim yüzüme bile bakmadı :-(( Elena'nın küpelerini, kolyelerini taktı, kazağını giydi, İdil büyüdüüü diyerek ortalarda dolaştı.

Uykuya yatmaya direnişe karşı da büyüme kozunu kullandık. Büyümek için uyumak lazım diye her uykudan uyanışta el ve ayaklarına baktık, büyümüş mü diye. Ben bakıyım ellerin büyümüş mü diye sorunca, ayaklar da diyerek ayağını burnuma dayıyor minik böcek.

15 ocakta, İdil ilk defa lazımlığa kaka yaptı ama arkası gelmedi. Kaka sinyalleri verince gel tuvalete gidelim kitabımızla önerilerimize ''no'' diyerek savuşturdu. No pressure!!! Bununla birlikte altına aldırmaktan hiç hoşlanmıyor son bir kaç aydır.

İdil uzun zamandır eline kitapları alıp kendince okuyordu. Şimdi de kendince kalem alıp yazı yazıyor. Ama boya kalemleri olmaz, babanın kalemi olacak. Ciddi bir yüzle oturup kalemin ucuyla noktalar yapıyor sonra sıkılmaya başlayıp kalem ucuyla kağıdı deliyor.

Ocak ayı küçük mutluluklarla doluydu ama bir hüzünle sonuçlandı. Babaannemizin köpeği Camilla öldü. İdil'in '' Camilla vieni qua'' (Camilla buraya gel) diye çığlıkları çektiğimiz video da kaldı. Bir daha gidişimizde Camilla orada olmayacak. Dile kolay 17 yıl beraberlik, ben bunun 15inde vardım. İdil de sonuna yetişebildi. Nerdeysen orada mutlu ol Camilla.