31 Aralık 2009 Perşembe

Idil Istanbul'dan bildiriyor

2009'un son gunu, biz Istanbul'da dayimlardayiz. Daha once Roma'da babaannemlerdeydik. Bir patirti gurultu bugunlerde sormayin arkadaslar. Bir suru yeni yuz, yeni ses, yeni yer, yeni koku... aklim karismadi degil ama cok cok heyecanliyim. Ama heyecanimin asil nedeni yurumeye baslamam. Artik pata kute de olsa tutunmadan kisa mesafeleri iki ayak uzerinde katedebiliyorum yuppppiiiii.

Baska neler yapiyorum? Bu aralar kitaplara takdim, sayfalari cevirmeye bayiliyorum. En sevdigim kitaplarim: yesil fare, biberonlu ayicik, bu kim, ne yapiyor ve noel baba. Noel baba kitabini ananem almisti. Noel babanin getirdigi hediyelerden en cok renkli topu seviyorum, sayfadan cikarip elime almak istiyorum ama olmuyor. Yesil fare sayfalar arasinda bir oraya bir buraya kosturuyor ben de onu yakalamaya calisiyorum. Bu yesil fare cok yaramaz, kakasini yapip kikiki guluyor. Annem bana nerede yesil farenin kakasi diye soruyor, ben gosterince pek bir mutlu oluyor sonra biz de fare gibi kikiki guluyoruz.

Enne, baba, mama, gusel, hadi gel diyorum. Birkac kere italyanca bir iki kelime soyledilm ama dah cok turkce takiliyorum. Annemi ve babami farkli dillerden idil onu bana ver dediklerinde anliyorum, genelde itaat ediyorum ama arada kafam atarsa duymamazliktan geliyorum.

Bu arada anlatilacak cok sey var, ananemin istanbula gidisi, ucak yolculuklarimiz, yolda gorduklerim, romadaki akrabalarim, babaannemin kopegi camilla ama simdi vaktim yok. Bugun uzun birgundu. Birazdan banyo yapip, uyumam gerek. Yarin yeni bir yil basliyor, yeni yila dinlenmis ve formda girmeli.

Herkese iyi seneler. 2010 da 2009 gibi cok yorucu bir yil olacak, ogrenecek cok seyimiz var. Hepimize kolay gelsin.

15 Aralık 2009 Salı

H1N1 korkusu


Domuz gribi aşı olalım mı, olmayalım mı? Bu soruyu son iki ayda hem aile hekimimize hem de pediatrımıza bin kere sordum. Aldığım cevap hiç değişmedi HAYIR gerek yok. Bu grip normal gripten daha tehlikeli değil. Geçiren çok kişi var, parasetamol ile bile iyileşiyor, paniğe gerek yok. Eczaneye sordum bebekler için tamiflu var mı diye. Cevap hazırlamamız gerekir ama doktor reçetesiyle verebiliriz. En sonunda pediarımıza sordum yine ateşlenirse grip olup olmadığını nasıl anlarım? Ne yapmalıyım diye? Idil'e tamiflu yazar misiniz diye? Cevap: perdolan fitil (paracetamol) ver iki saat içinde ateşi düşmezse, nurofen şurup ver 24 saat içinde 5 fıtil, 3 doz şurup verebilirsin dedi, bende ilacları yüklendim yola çıkıyorum haftaya. Umarim bizden uzak durur hastaliklar.

Ben bunların peşinde koşarken, bu grip paranoyasını aslında Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) ilaç firmalarıyla birlikte ortaya çıkardığı haberi çıktı. Bunun üzerine internette biraz arastirdim haberleri okudum. F. William Engdahl isimli freelance bir gazetecinin DSÖ ve çıkar çatışması konulu makalesinde yazdıkları bana oldukça mantıklı geldi. Uzun zamandır DSÖ'nün tarafsızlığı konusunda şüphelerim vardı. Üye ülkelerin yanı sıra ilaç şirketleri tarafında finanse edildiğini duymuştum ama bu derece danışıklı dövüş yapabileceklerine ihtimal vermiyordum. Ama işin içine hükümetler de girmiş olabilir, ne de olsa ekonomik kriz var, ilaç şirketlerini destekleyelim, eleman çıkarmasınlar ne olacak şunun şurası bir aşı millet yaptırır olur biter demişlerdir belki. Çok mu komplo teorisi koktu bu yazı ne:-p

Sonuç olarak aşı yaptırmama kararımın arkasında duruyorum. Türkiye'deki bu panik havası geçse çok daha mutlu olucam. Kafamı kurcalayan son bir soru: her yıl normal gripten ölenler gazetelerde yazılsasa çizilse aynı rakamlardan bahsediyor olacak miyiz?

Jingle bells, Jingle bells....





Geri sayım başladı. İdilkuşun ilk Noel'ine az kaldı. Bakalım Noel baba neler getirecek minik kuzuya?

13 yıldır Noel hayatımın bir parçası oldu. Aslında hiç garipsemedim ben Noel kutlamalarını, sadece önceden başlayan bir yeni yıl kutlaması gibi geldi hep. İstanbul gibi çok dinli ve modern bir şehirde büyümemin etkisi vardır bunda diyorum. Küçükken babamın rum ortodoks iş ortağı sayesinde paskalyada boyalı yumurtalar gelirdi evimize. Yılbaşında çam ağacı süslerdik, hediyeler verirdik birbirimize. O zamanlar İstanbul şimdiki alışveriş merkezlerine sahip değildi ve yılbaşı süslemeleri çok görülmezdi sokaklarda. Sonra ortaokul, lise çağlarımda yeni yıl kutlama partileri, hediye çekilişleri falan başlamıştı. Neticede Noel Baba ile tanışıklığımız eskilere dayanır. Tek fark beyaz sakallı, koca göbekli tonton dedenin bizim ülkeye tüm hıristiyan diyarlarını bitirdikten sonra 31 aralıkta gelmesi galiba.

Noel Hıristiyanlar için önemli bir bayram, İsa'nın dünyaya gelişini kutluyorlar. İnsanlar bu dönemde daha bir verici, daha bir düşünceli oluyorlar. Evsiz barksızları, öksüzleri, yetimleri hatırlıyorlar. Özellikle 24 aralık gecesi yapılan ayinde insanlarda bir coşku gözlemleniyor sanki herşeyden arınmış, yeniden doğmuş gibi oluyorlar bazıları. İşin bir de bir tüketim boyutu var ki evlere şenlik, hediye, yemek, dekorasyon, süsler, yolculuklar, kar ailecek kayak tatilleri diye ekonomilere gaz veriliyor, istatistikler yüz güldürüyor.

13 yıldır her Noel tatilini Roma'da kayın ve maun aileyle geçirdim. Bu yılda aynı geleneğe devam ama bir fark var, İdil artık aramızda. Geçen yıl anne karnında yerinde durmayan bücür şimdi ortaklıkta gezen, herşeye elleyen, kendince konuşan bir bebiş oldu. Önümüzdeki 3 hafta kendini neler beklediğinden habersiz yürümeye, kendince birseyler yapmaya çalışıyor yavrum.

Öte yandan anne ve baba kendilerini neyin beklediğini bildikleri için biraz daha endişeli yaşıyorlar bu tatil öncesi dönemi. Öncelikle valizlerin hazırlanması in hazırlık gerektiriyor, Listler yapılıyor mutlaka birşey unutucağımızı bile bile. Doktorlar aranıyor sürekli ya domız gribi olursak ne yapalım diye malum 3 hafta içinde 4 uçus, yapılacak: rotamız brüksel, roma, istanbul, roma, brüksel.
İlk uçuş akşam saat sekiz buçukta tam uyku saatimiz, inşallah uyur diyorum. Roma havalimanında valizleri bekleme süremize göre eve varmamız geceyarısı (iyi ihtimal) ya da sonrası. Diğer uçuşlar daha makul saatlerde dolayısoyla endişe sadece virütük boyuta kayıyor. Haftalardır uçakta koltuklarımızı nasıl dezenfekte ederim diye kafa yoruyorum, çok mu abarttım ne? Friends dizisindeki Monica ile hiç benzerliğim yoktur ama İdil'den sonra biraz pimpikli oldum sanki. Tabi bizim meraklı kuzu uçakta herşeye değmek, yerlerde emeklemek, sürünmek isteyecek bakalım nasıl idare edeceğiz.

Diğer bir endişe nedeni ananemizden ayrılacak olmamız. 10 günlük ayrılık sürecinde İdil annemi arayacaktır kesin ama bu onu davranışlarına nasıl yansıyacak? Annem İdil ile benden çok vakit geçiriyor. Beraber oynuyorlar, yemeğini, meyvesini ananesi yediriyor. Ben hafta sonunda yedirmeye calıştığımda annem kadar başarılı olamıyorum, Cool anne ayaklarında amaannn acıkırsa yer nasılsa kasmayalım kendimizi diyorum.

Umarım tatil süresince oturup iki satır yazmaya vaktim olur. Böylece taze taze kayda geçeriz.

2 Aralık 2009 Çarşamba

Güvenli Oyuncaklar



Çocuğumuza aldığımız oyuncaklar sağlık açısından güvenli mi? O güzel renkli, cicili bicili oyuncakları soluyan, yalayan bebişlerimiz kansorejen maddelerle mi oynuyor? Nerden çıktı bu konu?

Bundan 3 hafta önce İdil için yere serilen puzzle şeklindeki oyun minderlerinden aldık. (Bkz foto) Özellikle yürümeye çalışırken parkede kayıp düşmesin istedik Birde renkler, şekiller gelişimi açısından önemli, özellikle bizimki gibi minimaliste yakın tarzda döşenmiş bir evde. Neyse neticede bu minderlerin bir kısmının zararlı kimyasallardan yapıldığını bliyordum. O nedenle araştırıp, soruşturup, kokusuz, toksik olmayan bir markanın ürününü aldım.

Geçen hafta Belçika Tüketici Koruma Kurumu'nun yayınladığı bir makale elime gecti bu minderler hakkında. Yapılan araştırmalar sonucunda bu kauçuk minderlerin (EVA-Ethylene Vinyle Acetate) zararlı kimyasal maddeler salgıladığı ve bebeklere solunum yolu ya da göz ve deri alerjisi şeklinde zarar verdiği belirtiliyor. Sözkonusu kimyasal maddeler amonyak, formamide, asetofenon, 2-fenil ve 2-propanol (kimyam iyiydi ama lisenin üzerinden çoook zaman geçti:-)) kimyager anneler daha iyi anlar bunların zararlarını) imiş. Ayrıca bu minder bu kimyasalları kullanmadan da üretilebiliyormuş.

Makalede Belçika'da satılan 9 marka incelenmiş ve sadece bir tanesi nisbeten zararsız bulunmuş. Bizim aldığımız Fransız markası listede yoktu. Bunun üzerine üretici firmaya e-posta atarak sorduk ürünlerinin kimyasal içeriğini ve yukarıda sıraladığım maddeleri içerip, içermediğini. gün sonra yanıt geldi. Ürünün kimyasal içeriğini açıklamamakla beraber, Fransa'da sözkonusu maddelerin kullanımın yasak olduğunu, dolayısıyla ürünlerinin bu maddeleri içermediğini söylediler. Yüzde yüz inanmamakla beraber bu marka hakkında çeşitli forumlardan okuduğum yorumlar olumlu. Ama yine de fransız kaynaklarını araştırmaya devam edeceğim.

Bu araştırmaları yaparken Avrupa Birliği müktesebatındaki oyuncak güvenliğiyle ilgili bilgilere ulaştım. Daha ayrıntılı okuyamadım ama o da yapılacak işler arasında. Okudukça paylaşırım. İsteyene de linkini verdim bu yazının başlığında.

25 Kasım 2009 Çarşamba

9 ay doldu

Geçen hafta pazartesi 9 ayımızın dolmasına birkaç gün kala kontrole gittik. Artık doktor kontrollerimiz iki ayda bir. Herşey yolunda uzamışız, kilo almışız. Ama kontroller artık eskisi gibi kolay değil. Kafa çevremizi ölçtürmek, yatağa uzanmak, kulaklarımıza baktırmak istemiyoruz, basıyoruz yaygarayı. Ağlayarak, bağırarak prostesto ediyoruz doktor amcayı neyseki çabuk geçiyor. 12. ayda aşı var bakalım o zaman ne yapacağız??

Doktorumuz idili korumak için kendimize domuz gribi aşısı yaptırmamıza gerek olmadığını söyledi. Hepinizin genel olarak sağlığı iyi, kapsanız bile iyileşirsiniz, bu hastalık fazla büyütülüyor (kendi kelimeleriyle 'too much noise for nothing') dedi. Belçika'da doktorlarda genelde bir rahatlık vardır o nedenle bu yaklaşıma temkinli baksam da, içimi rahatlatmak için iyileşenlerin çoğunlukta olduğunu düşünüyorum. Aslında Noel, yılbaşı tatili döneminde dört uçuş yapacak olmasak o kadar endişelenmiycem.

Aşı konusunda da iş yerinde kampanya başladı ama aşı yaptıranlardan kendi rızalarıyla yaptırdıklarına dair bir belgeyi imzalamaları isteniyor. Beni işkillendirdi bu yaklaşım, pek bir amerikanvari. Ayrıca aşının yumurta ve türevlerine alerjisi olanlara yapılmayacağı belirtiliyor. Ben çocukken fazla yumurta yediğimde vücudumda döküntü olurdu , bu alerjik reaksiyon mu acaba? Netice olarak yaptırmayacağız aşıyı. Önlem olarak işe arabayla git, toplu taşımadan uzak dur, kapalı yerlere mümkün olduğunca gitme, idili hiç götürme, market alışverişini tenha saatlerde yapmaya çalış, ellerini sürekli yıka, eve gelince idille temas etmeden elbiseni değiştir, şeklinde.


9 aylık İdil neler yapıyor? Speedy gonzales gibi ordan oraya emekliyor, çıkardığı sesler ise kemik bulmuş sevimli bir köpeğe benziyor. Gözler radar gibi etrafı inceliyor neye elleyebilirim, düşürebilirim merakıyla. Artık istediğimiz şeye doğru elini kaldırıp, aç kapa yaparak talebini bildiriyor. Sürekli bir yere tutunup kalkıyor, yere bir şey atıyor, eğilıp onu al yapıyor. Bunu yaparken tek eliyle tutunuyor. Objeyi alınca bazen iki eliyle onu tutarak dengede kalıyor fakat bir yere tutunmadığını farkedince sağlamcılık yapıp hemen tek eliyle bir yere yapışıyor. Bir şeyleri başardığında mutlu oluyor yapamayınca kızıyor. Babasının kucağını seviyor. Konuşma konusunda gerileme var sanki. Eskiden daha çok hecelediği sesler birara sadece bağırmaya dönüşmüştü, şimdi tekrar gehh, daa gibi sesler çıkarıyor. Birde emmek istediğinde emmmm diyor. İki anadilli bebişlerin geç ama her iki dili birden konuşması normalmiş. Bu arada hem türkçeyi hem de italyancayı anlıyor kanımca.


9 ay kaydımıza bir iki resimde ekleyelim: İşte İdil kuzunun mutfak maceraları....


kevgire oturmuş İdil ve tonton ailesi


aşçımız iş başında

annem tabakları kurula dedi ama benim çok uykum var...

Büyük Buluşma

Son yazının üzerinden çok zaman geçmiş. İşler yoğun, akşam eve dönünce canım bilgisayarın önüne oturmak istemiyor. Son enerjimi İdil ile oynamak ve onu uyutmaya harcıyorum sonra pestil gibi seriliyorum kanepeye.
Şimdi nerde kalmıstık? 5 bebeli bulaşma öncesinde.

Evet 2 hafta önce pazar günü hedefimiz bebişleri beşlemekti ama dörtte kaldık. Dört kızın tek erkek arkadaşı Derin hastalanıp, ateşlenince planlar suya düştü. Derin'in ateşi durup dururken 39lara çıktı, 3 gün inmek bilmedi. Buluşma öncesinde Derin'cimin annesi ile her gün telefonda acaba diş mi, yok kuru grip mi falan derken altıncı hastalık olabileceği aklıma geldi. Kimin hatırlamıyorum ama bir blogda okumuştum aynı belirtileri. Sağolsun blogcu anneler:-)) Netekim doktorda aynı teşhisi koydu. Hastalığın latince adı roseola infantum virütik bir hastalıkmış ve havadan solunarak kapılabiliyormuş. Az olsa da yüksek ateşten havale geçiren bebekler oluyormuş. Ayrıntılı bilgi ingilizce olarak kidshealth linkinde.

Gelelim bizim kızlara. Daha bütün kızlar toplandık toplandık diye şarkı söyleyemeseler de, toplandılar. Aylin, Ela, İdil ve Defne (küçükten büyüğe) bir pazar öğleden sonrası evimizi şenlendirdiler.

Aylin 3 aylık en küçük bebiş bütün büyükleri uyuttu ama kendisi cin gibi etrafına bakıp, gülücükler saçtı.

Ela 5 aylık minderde döne döne herkese marifetlerini gösterdi. Bir ara arka odada şekerleme yaptı ama uyanınca hiç kimseyi cağırmadan cool bir şekilde odanın tavanını inceledi.

9 aylık İdilcim etrafındaki büyükleri meraklı gözlerle inceledi. Bebişlerin kafasını okşadı. Kah ordan oraya emekledi kah kucak istedi.

11 aylık Defne ise yardımsız ayağa kalkıp, hafif yardımla yürüyerek bizlere bebişlerimizin gelecek adımlarını gösterdi.

Anne Meltem çene çalmaktan fotoğraf çekmeyi unuttu.

Babamız da öyle.

Anneannemiz iki resim çekmis ama bebişlerin hepsi yok.

O nedenle bu yazı resimsiz olacak.

Bu arada anneler, babalar da kaynaştılar, paylaştılar. Birde çocuksuz bir çiftimiz vardı onlar da geleceklerini gözlemlediler.

13 Kasım 2009 Cuma

Boy boy 5 bebek

Bebişler geliyor, bebişler hem bir iki tane değil tam dört tane artı bizim kuzu etti mi beş. 3 ay ile 11 ay arası 5 bebiş pazar günü evimizi şenlendirecek. Bundan 18 ay önce böyle bir etkinlik beni fena kasardı sanırım. Pazar günümü güzel bir brunch arkasından güzel bir sergi ya da evde tembellik yapmak uzanıp kitap okumak olarak planlardım. Evet İ.Ö (İdil önce) dönemi böyleydi. Şimdi istiyorum ki haftasonu evimiz bebişler ve aileriyle dolsun İdil yalnız kalmasın bizde arkadaşlarımızı görelim yeni arkadaşlar edinelim.

İzlenimler, maceralar, resimler pazartesiye inşallah.

11 Kasım 2009 Çarşamba

Sinema günleri

Canım geyik yazmak istiyor onu da yazabilirsem. Birazdan BBC1'de Spooks dizisi başlayacak ondan önce iki satır yazayım günlük. Aklıma izlediğim son filmler geldi. İdilcimden sonra sayısı azalsa da Stecimle sinemaya gitmeyi devam ettirdik. Anniş sağolsun:.))
Hatta ilk filmimize İdil 4 haftalık olduğunda bir cumartesi akşamı gitmiştik. Amaç yaşıyoruz hayattayız mesajını vermek kendimize. Tam iki meme arası 2.5 saatlik bir pencere. Hatırlıyorum uyusam mı filmi mi izlesem diye ikilemi yaşamıştım ama evden çıkmak o koştur koştur olsa da çok iyi gelmişti.Tarih 21 Mart 2009 19:00 seansı film: Kate Winslett'lı Ralph Fiennes'li The Reader. Film güzel tavsiye edilir.

Şimdi son izlediğim filmlere bakalım beğenme sırasına göre.

İlk sırada Woody Allen'ın son filmi Whatever works. Woody amcamız her zaman olduğu gibi kendi paranoyalarını film yapmış ama çok güldürüyor. İnceden siyasi giydirmeler de var. Çok güldük, eğlendik sinemadaki igrenç kokuya ve neredeyse en in sıradan izlememize rağmenç O gün bugündür ellerimi yıkarken filmin kahramını gibi happy birtday boris diye şarkı söylüyorum ama sadece içimde.

İkinci sırada Julie and Julia by Nora Ephron. Yemek yapma ve Julia Child'a olan sevgisini bir blogta biraraya getirmiş New Yorklu blogger Julie Powell'ın hayat hikayesi. Sıkılmadan keyifle izleniyor. Ayrıca Merly Streep Julia Child olarak muhteşem bir performans sergiliyor.

Son sırada ise sevgili Quentin Tarantino'dan Inglourious Basterds. Farklı bir II Dünya Savaşı filmi. Komik bir Hitler figürü. Yakın tarihi bir filmlik de olsa değiştirme cüreti. Her zamanki yakışıklı delikanlı Brad Pitt bu filmde biraz salak ama acımasız asker, iğrenç bir güneyli aksanıyla konuşuyor . Ama filmi taşıyan Kolonel Hans Landa rolündeki Cristoph Waltz. Harika bir oyuncu ve rolune cuk oturmuş. Bu filmde de kanlı ve canlı bir Tarantino eseri. Ben sevdim ama Tarantino eğer orijinallik peşindeyse bir sonraki filminde kan bankalarından uzak durmalı diyorum.
Daha yazıcaktım ama Spooks başladı. Au revoir

5 Kasım 2009 Perşembe

Dört ayaklı dostlar ve 4X4

Geçen gün İtalyan gazetesinde okudum sevgili dostlarımız kedi ve köpeklerin neden olduğu hava kirliliği bir jeep kadarmış. Okudum ve Avrupa Yakası'nın (izlediğim tek diziydi niye bitti:-(() Şahikası gibi şaşırdım. Bizim miyav miyavlarla havhavlar nasıl olur da çevrecilerin savaş açtığı tü kaka arabalarla aynı kefeye konulur.

İki ingiliz profesör Brenda ve Robert Vale , 'Time to Eat the Dog' (Köpeği yeme zamanı) adlı sansasyonel kitaplarında sevgili evcil hayvanlarmızın karbon gazı salımı açısından hiç de masum olmadıklarını, eğer sürdürülebilir hayat tarzı benimsersek etini sütünü yiyebileceğimiz hayvanları beslememiz gerektiğini öne sürüyorlar. Bu noktada vejeteryanlar ve hayvan severlerin kaşları çatılmaya başladığını görüyorum. Bir zamanlar evin artıklarıyla beslenen hayvanların şimdi özel pet yemekleriyle beslenmesi bu olumsuzluğun ana nedeni. Evcil hayvan yiyeceklerinin içerikleri ve bunların üretilmesi için kullanılan topraktan hareketle yapılan bir hesaplama sonucunda bir Alman kurt köpeğinin bir jeep, bir kedinin orta boy bir araba, bir hamsterin ise bir plazma tv ile kıyaslanabilir ölçüde karbon gazı saldığını belirlemişler. İlginç bir çalışma ama insan ona gelene kadar diyor. Ya biz insanların yediği içtiği, bebişlerin alt bezleri -bir ara ekolojik, yıkanabilenleri kullansam mı diye aklımdan geçirdiysem de sonra yemedi- ne olucak?

Makalenin aslı bir Yeni Zelanda gazetesinde çıkmış, o nedenle onu link verdim. İlgilenenlere duyrulur.

4 Kasım 2009 Çarşamba

Annelik üzerine

İdil doğduğundan beri bebekleri, hamileleri daha çok farkeder oldum. Neden??

A) Brüksel'de yaşanan baby boom B) algıda seçicilik C) hepsi.

Doğru yanıt sanırım C.

Bazen kendimi 1-2 aylık bebeklerini kucakta taşıyan annelere özlemle bakarken yakalıyorum. Eve gidince Idil'in ilk resimlerine bakıyorum; o yumuk yumuk ellere, ayaklara, büzük dudaklara falan. Halbuki o günleri yaşarken of yeter bir büyüse, ele avuca gelsede, oturup iki oynasak, konuşsak diyordum. Şimdiki ruh halim ve hormonal dengemle düsünüyorum ve farkına varıyorum ki ben o ilk günlerin tadını çıkaramamışım. Biraz baby blues, biraz post-partum depresyonu ilk aylar öyle geçmiş gitmiş.

13 yıldır sevgiloşla beraberiz. Beraber büyüdük burada, evimizden uzakta birbirimizin ailesi, her şeyi olduk. Sıra çocuk yapalım mı sorusuna geldiğinde hep erteledik çünkü beraber keyfimiz çok yerindeydi. Artı ben hiçbir zaman bebek bebek diye ayılan bayılan biri olmadım Evet yeğenlerimi çok sevdim ama onun dışında sokakta gezerken bebekleri farkedip ay canım cicim yapmadım. İdil hayatımıza girene kadar onun eksikliğini hissetmemiştik. Şimdi anlıyoruz ki onunla tamamlandık.

İlk günlerde/haftalarda İdil ile yalnız kalmaktan cok korkuyordum. Ağlarsa, sakinleştiremezsem, uyutamazsam diye endişeleniyordum. Hele hastanede ilk emzirme deneyimlerinde kafasının arkasında da bıngıldak olduğunu bilmediğim için kafasını deldim ben bu bebişin, benden anne falan olmaz diye ağlayışım evlere şenlikti. Bir de özgürlüğümün kısıtlanıyor olması çok korkuttu beni. Yağmurlu bir Mart sabahında uykusuz, yorgun kuzumu emzirirken bir anda sanki hayatımın sonuna kadar hep o şekilde yaşıyacakmışım (2 saatte bir emzirme, acıyan kocaman göğüsler, uykusuzluk) gibi geldi ve gözlerim doldu. Ste'nin 3 haftalık babalık izninden sonra işe gittiği sabah kapıda beni de götür diye yaramaz çocuklar gibi ağlayacaktım nerdeyse.

Hayatımın değiştiğini kabul etmem zaman aldı. Tam anlamıyla kırkı gün!!!! Kırkı çıkma olayına o güne kadar kuşkuyla bakarken şimdi bilimsel bir açıklaması olacağını düşünüyorum.

Birde kendime mükemmel anne olmak gibi bir hedef koymadım. Emzirmek zor geliyordu, tamam ilk 3 ay yaparım sonra bırakırım dedim. İlk 3 ay sonunda hedefimi 6 aya çıkardım zoru gitti diyerekten. İdil 8.5 aylık oldu ve halen emzirebiliyorum ve mutluyum.
İlk başlarda değişen hayat korkutucu geldiyse de, İdil'in hayatıma, bana kattığı renklere, duygulara, düşüncelere kolay kolay değer biçilemez. Idil beni daha iyi bir insan, daha duyarlı bir birey olmaya yönlendiriyor. Akşamları eve dönüp beraber vakit geçirmek için can atıyorum. İşten geç çıkmak zorunda kalırsam içim parçalanıyor.

İdil kuşum iyi ki geldin minik dünyamıza.










29 Ekim 2009 Perşembe

Domuz Gribi

Bugün Belçika basınında Nisan 2009'dan beri yaklaşık 76 bin grip vakası olduğu, 41 bin kadarının domuz gribi virüsü taşıdığı ve 7'sinin ölümle sonuçlandığı açıklandı. Bu ölüm vakalarının bir kısmında başka hastalıklarda görülmüş. Aklıma takılan bir soru var; neden domuz gribi konusunda felaket tellalığı yapılıyor? Neden sadece ölümler gözümüze sokuluyor ama bu virüsü alıp iyileşen binlerce insan yok sayılıyor. Sorumlu bilgilendirme araçlarının iyileşen insanların hatta virüsü alanların çoğunun iyileştiğini bildirmesi gerekmez mi?

Ben korkmuyor muyum? Tabi ki korkuyorum ama aşı da aklıma yatmıyor. Ben normal grip aşısına da yanaşmıyorum, şimdiye kadar yaptırmadım. İtalya da, Belçika da domuz gribi aşını yaptırmak istemeyen doktorlar olduğu duyumları alıyoruz. Hastalık hızla yayılıyor. Geçtiğimiz hafta okullarda devamsızlık oranı % 15 civarındaymış. Hal böyleyken Belçika basınının A/H1N1 konusunda yaptığı ankete katılanların %81'ı endişelencek bir şey olmadığını söylemişler. Ben fazla Türk basını mı okuyorum ne?

Diğer bir tartışma konusu adjuvanlı aşı tehlikeli özellikle hamileler için, adjvuansız aşı alalımç Ama görülen o ki Belçika hükümeti herkes için adjuvanlı aşı öngörmüş ve aşılama 7 Kasım'da başlıyacak. Fransa ve Almanya ise hamilelere adjuvansız aşı yapacakmış.

Bir yaş altı bebeklere yönelik bir açıklama yok henüz ama kreşe gitmeyen ve risk grubunda olmayanlara aşı konusunda bir zorlama yok. Temiz temiz bekleyip göreceğiz.

29 Ekim 2009 Cumhuriyet Bayramı

İdilcim,


Bu senin ilk Cumhuriyet Bayramın. Bu güne özel iki satır yazmak istedim. Büyüdüğünde, aklın bu işlere erdiğinde göreceksin ki annenin ülkesi çok zorluklarla kurulmuş. Büyük dedelerimiz, ninelerimiz çok acılara katlanmış, bize bu ülkeyi bırakmışlar. İleride Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk milleti için yaptıklarını, ne kadar ileri görüşlü, zeki ve ülkesini seven biri olduğunu sana anlatacağım. Uzakta bir dünya vatandaşı olarak yetişsen de anne ve babanın köklerini bilmen önemli.

İdilcim ben küçükken Cumhuriyet Bayramları okula giden çocuklar için çok heyecan vericiydi. Bayraklarla sınıfımız süslerdik, törende okumak üzere şiirler, şarkılar öğrenirdik. Sonra herkesin önünde şiir okurken heyecandan sesimiz titrerdi. Hatice teyzem, ailemizin emekli cumhuriyet öğretmeni, beni ve kuzenlerimi karşına alır Atatürk'ü anlatırdı.

Şimdi okullar nasıl bilemiyorum. Bir gün dönersek ve sen okul çağında olursan öğrenirim ve belki yeniden yaşarım aynı heyecanları.

Cumhuriyet Bayramın kutlu olsun minik kızım.


27 Ekim 2009 Salı

Havalar mı daha kararsız ben mi?

Kış geldi buralara sonra gitti. Bu akşam işten dönerken saat altı civarında dışarısı 18 dereceydi. Biz çoktan manto, kazak moduna girmişken birden yandık bittik durumları yaşandı. Son iki gündür sabahları serin olduğu için kalın giyiniyoruz sonra gün boyu bir bunalma durumu. Soğan gibi kat kat giyinme bir yere kadar çözüm. İşin kötüsü gün içinde hava birden değişebiliyor. Özellikle aniden çıkan bir rüzgarla savrulmak mümkün.


Hadi biz bir yere kadar ama konu İdil olunca kararsızlık kumkuması oluyorum az mı çok mu giydirdik diye. Ben çok giydirmekten yana değilim sonra en ufak bir rüzgarda hasta olan bir çocuk olsun istemiyorum. Ananemiz ise halen bana niye fanila giymiyorsun diye soruyor:-)) Doktor kendiniz ne giyerseniz öyle giydirin diyor ama ben çok üşüyen biriyim (yine de fanila giymem) ve kendimden yola çıkmak istemiyorum. Ama İdil üşür hasta olursa diye korkuyorum (her ne kadar soğukalgınlığı ve nezlenin soğuk hava ile ilişkisi kanıtlanmasa da öyle şartlandık ya). Kısacası hiçbir kararımdan emin olamıyorum. Annelik babalık hep böyle ikilemlerle geçicek galiba.


Soğuk havanın ardından aniden gelen bu sıcak dalgasıyla birlikte hastalıklar da arttı. Çok sayıda iş arkadaşım ve çocukları hasta. Neyseki işe gelmiyorlar. Sokaklarda öksüren tıksıran insan sayısı arttı. Bende kalabalıktan uzak dur politikası güdüyorum ama nereye kadar. Bugün tüm sabahtan akşama kadar 40 kişi ile aynı odada toplantı yaptım .


Diğer bir kararsızlık konusu hastalıklar. Bir taraftan bağışıklık sisteminin gelişmesi için hastalanması iyidir diyorum ama öte yandan hastalanmasın diye kapalı alanlardan, fazla insan olan ortamlardan uzak tutuyorum. Eve gelen yardımcının bile okula giden çocuğundan mikrop getirme ihtimali beni rahatsız ediyor. Özellikle domuz gribi ve işyerinde bu konuyla ilgili gelen mesajlar alınan önlemler endişe veriyor. İdil'i insanlardan uzak tutsak bile hem ben hem babası hergün kaç milletten insanın girip çıktığı binalarda çalışıyoruz. Yani potansiyel virus taşıyıcı biziz. Doktorumuzda bu bağışıklık sistemini erkenden yapılandırmaya karşı galiba. Önümüzdeki ay kontrole gidince sorucam. Ama hastalık yuvası olduğu için kreşe yanaşmamasından böyle bir çıkarım yapıyorum. Şimdi bağışıklık sistemi güçlensin diye riskli yerlere gitmek pek de akıl karı değil.

Off neyse herşeyi oluruna bırakmak en iyisi galiba. Her şey olacağına varıyor zaten. Kasma Meltem kasma diyorum kendime bir de duysam.

Tüm bebişlere, anne ve babalara sağlık, hasta olanların da tez iyileşmelerini diliyorum.



25 Ekim 2009 Pazar

Zaman içinde yolculuk





Evet sonunda sıra hamilelik ve doğum hikayemize geldi. Yıllarca anne olmaya yanaşmamamın nedenlerinden biri de doğum korkusuydu. Kocişe sen doğurabilsen keşke derdim hep. Neyse artık o günler, korkular geride kaldı. Kolay bir doğum hikayesi bu. Tüm korkanlara da benimki gibi bir hikaye yazmak nasip olsun diyelim.

Ama önce hamilelik. Son ay dışında sıkıntım olmadı. Aktif, çalışan, spor yapan, gezen tozan ve uyuyamayan ( 9 artı 8 aydır uykusuzum, uyu idilcim n'olur) bir hamileydim ben. Toplam 12.5 kilo aldım (onların coğu gitmişti ama çok lazımmış gibi tatilde yenileri alındı, ye ye emziriyorsunlarla). İlk altı ayda pek belli olmayan karnım yedinci aydan sonra ışık hızıyla büyüdü. Son aya geldiğimizde hacı yatmaz gibi olmuştum. Oturarak çalışmak ise tam bir eziyet haline gelmişti.

Bu süreçte İdil kuş içeriden hareketli bir bebek olacağının sinyallerini veriyordu. İlk taklasını İstanbul’da kardeşimin evinde uyandığım bir sabah hissettim. Tam 20 haftalıktı. O zamana kadar karnımda uçuşan kelebekler birden zıplayan yunusa dönmüştü. Daha sonra tekmeler, yumruklar babanın tıktıklarına cevaplarla geçti gitti dokuz ay.

23 Şubat 2009, İdil’cim için öngörülen doğum tarihiydi (aynı zamanda doktorumuzun doğum günü). Sevgili doktorumuz karnavala denk gelen o tarihte ailesiyle birlikte tatile gideceğini açıklayınca, normal dogumu tercih etsemde, tir tir titreten doğum korkusuyla hmm belki sezeryana ikna ederim diye aklımdan geçti. Burada sezeyan sadece ve sadece tıbbi gereklilik durumunda yapılıyor. Suni sancıda 41. hafta sonrasında doktorun kararına bağlı olarak verilebiliyor. Son haftaya girdiğimizde düzenli doğum sancısı sıfır ama rahim açılması 3 cm. Yürü Allah yürü yok bir şey, hanfendinin keyfi yerinde, çıkmaya niyeti yok. Doktorumuz o zaman bizde itikleriz dedi. Son kontrolumuz 17 Subat salı günü oldu, 4 cm açılımışız ama herhangi bir sancı yok. Benim ağrı eşiğimde düşüktürde. Doktorum merak etme seni doğurtmadan gitmiycem tatile, eğer iki gün içinde gelmezse, 19 şubatta hastaneye gel, suni sancıyla provoke edelim doğumu, şartlar uygun dedi. Suni sancıyla doğurabilmem için hastaneye 41. haftada olduğumu söyledi.

O iki gün nasıl geçti bilmiyorum. Ağrısız orası kesin. Perşembe sabahı kalktık, saat ikide hastanede olamamız lazım. Güzelce kahvaltı yaparken doktorum aradı, iki yerine aksam sekizde gelmemi söyledi. O gün çok doğum varmış. Yani akşamı beklemek gerek Ufffff…….Gerginim, korkuyorum ama sabırsızlık, heyecan da var, minik kuzuya kavuşmaya az kaldı tam bir mixed feelings durumu.. Psikolojik olarak kendimizi en az 12 saat sürecek bir doğuma hazırlıyoruz. Kahvaltıdan sonra akşama kadar ne yapalım dedik ve attık kendimiz sokaklara. Yürüdük biraz, Paul’e uğradık mamalar aldık, sonra eve geldik yattık kitaplarımızı okuduk. Bende hala doğum sancısı yok. 7.30’da çantalarımızı alıp evden çıktık. Evet çantalar çünkü biri Idil’e biri bana, diğer bir çanta ise doğumhaneye, hastane kitapçığı öyle buyurmuştu. Hastane eve 10 dakika mesafede, randevu 8de. Neyse arabayı park et, giriş işlemlerini yaptır, doğumhanenin kapısını çal. Gerçekten bir kapı ve zil vardı. ‘Merhaba ben Meltem … saat sekizde doğum için randevum vardı’ diye gittim.

Doğumhane hiç de öyle ameliyathane gibi bir yer değildi. Bir tarafta ultramodern ve rahat bir yatak yanında monitorlar. Diğer bir köşede suda doğum yapmayı seçenler icin jacuzi (yanlarında mayo getirmeleri şartıyla babalar da suya girebiliyor), oda swiss ball, gerilme barı tam bir spor salonu havası. Neyse ebe (fransızcasi sage femme=akıllı kadin, niyeyse??) geldi serum taktı, oksitosin denilen hormonu verdi. Monitordan doğum sancılarını izlemeye basladık. Ağrının şiddeti artınca peridural anestezi yapıldı, su patlatıldı. Ben bu arada kitabımı okuyorum, ipod'dan müzik dinliyorum, oldukca sakinim.. Sadece anestezi yapılınca bir titreme geldi ama sonra geçti.

Bu arada benimle doğuma girecek olan kızımın babişi ateslenip hasta oldu. Zamanlama müthiş :-p Ebeye sorduk sakıncası varmı doğuma katılmasının diye, yok dediç babişe bir ateş düşürücü verdi. Doğumdan sonraki günlerde babişin hastalığını anniş de kapıp, foş foş burun oldu ama bebişe bir şey geçmedi.

Saat sabahın 1.30u açıklık10 cm. Doktor ve fizyoterapist tiz gele, İdil kafa atmaya başladı. 2.30 gibi baslayan doğumdan hatırladığım deli gibi ittiğim. Kızım çıkmış farkına bile varmadım taa ki doktorum yakala bebişi koltuk altından, çek kendine diyene kadar. Idilim 20 Şubat sabahı saat tam 03.00'de doğdu. Yüzünü göğsüme gömüp, huzurla yatan bebişimin ellerine vuruldum. Minicik ellerde, upuzun kibrit çöpü gibi incecik parmaklarına baktım. O an kafamda yağmurun elleri şarkısı tınladı mutluluk gözyaşları arasında.

Doğum kolay, doğumu takip eden günlerde hayat zordu. Lohusalık, baby blues, hafıf post-partum despresyonu, emzirememe, başka bir yazı konusu.

19 Ekim 2009 Pazartesi

8 aya bir kala

İdilcim yarın tam 8 aylık oluyorsun. Her geçen gün daha akıllı bakıyor, daha sevimli gülüyor, daha farklı sesler çıkarıyorsun. Enne, baba, geh geh (gel dermiş gibi çıkıyor), mamama, emm emmm sesleri repertuarından parçalar. Bir de fısır fısır birşeyler söylüyorsun ama onları daha çözemedim. Artık emeklemeye ve tutunarak pek sağlam olmasa da adım atmaya basladın. Bu hafta sonu bir ilk daha yaşadin Idilcim. Parkta salıncağa binip sallandın. Korkmadın hiç hatta eğlenir gibiydin. Ama daha cok yan salıncakta sallanan ablayla ilgilendin. Meraklı meraklı onu inceledin. Gördüğün her yeni nesneye ellemek ve ağzına sokmak istiyorsun. Annenin saati,saçlarını senin minik ellerinden kurtarmak için taktığı taç, babanın anahtarı, manyetık kartı, telefonö telekumanda......Özellikle banyodan sonra pijamalarını giyerken arkanda kalan banyo rafındaki eşyalara ulaşabilmek için tüm akrobasi yeteneklerini sergiliyorsun. İki kişi zor zaptediyoruz seni. Öte yandan 'hayır' kelimesini anlıyormusun bilemiyorum ama babanın gözlüğünün alınmayacağını, annenin memesinin ısırılmayacağını öğrendin, aferin sana minnoş kızım. Tek sorunumuz uykuyla.

Geceleri en az bir kere uyanıp bizi yanına cağırıyorsun. Bu bazı geceler dört kereye kadar çıkabiliyor ve belli bir rutini yok. Dişin acıyor olabilir, bizi özlüyor olabilirsin, kötü bir rüya, öğrendiğin yeni bir hareket, büyüme atağı hepsi olasılıklar arasında ama hangisi bilemiyorum. Bilememek beni üzüyor. Babana kalırsa bizimle uyku savaşı yapıyorsun. Yani hiç bir şeyin yok ama şımarıklık kaynaklı uyumama durumları. Ben öyle olduğuna inanmıyorum ama ne olduğunu da bilemiyorum. Doktor amcanın dediği gibi kendi başına uyumayı öğrenmen için biraz kendi halinde ağlamaya bırakıyoruz. Bazen uyuyorsun bazense inat ediyorsun aglamayi kesmiyorsun. Halbuki sen hep iyi uyuyan bir bebek olmuştun.

İdil'cim miniğim lütfen deliksiz gece uykularına geri dön. Biz hemen yanındaki odada uyuyoruz. Sen uyanınca, ağlayınca çok üzülüyoruz. İyi uyu, çabuk büyü, beraber daha güzel, yeni oyunlar oynayalım.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Alamanya yollarinda

Merhaba ben Idil,

annem ne zamandir bir tembel, bir tembel sormayin. Oturup iki satir yazamadi. Baktim olmuyor aldim elime klavyeyi. Kisaca bizden haberler geceyim dedim.

Annem iste yoruluyor sanirim. Bir de tiroidit midir oyle bir hastaligi varmis. Ben anlamam boyle islerden daha kucugum ama anneaaneme soylerken duydum, doktor ilac yazmis. Ama bu benimle oyun saatini etkilemiyor, beraber kikirdemeye devam ediyoruz. Kikkiri kkikkiri kizlar kikkiri diye:-)))

Gecen hafta babbo da hastaydi, uc gun evde kaldi, arada beraber oynadik. Is gezisine gittigi gunlerin acisini cikardik.

Ben haftasonlarini cok seviyorum cunku ailecek bir aradayiz, oynuyoruz, guluyoruz, geziyoruz, arada ben yorulunca mizmizlaniyorum ama olcak o kadar, bebegiz di mi! Babam biraz geriliyor ben mizlayinca ozellikle baska insanlarin oldugi yerlerde yaparsam huysuzlugumu ama annem ona anlatiyor derdimin ne oldugunu, bebegiz dedik di mi babacim. Bu kadar turkce anlarsin sanirim.

Bu haftasonu ise uzaklara gittik. Evet uzaklara taa Alamanyalara gittik. Dayim gelmis Istanbul'dan is icin, bizde onu gormeye gittik Dusseldorf'a ve Koln'e. Bunlar Almanya' nin (annem komiklik olsun diye Alamanya diyor ama ben dogrusunu ogrendim) onemli iki sehriymis, annem anlatti. Anneannem de oglunu gorecegi icin pek bir heyecanliydi. Ben dayimi yazin gormustum hatirladim. Beni kucagina alinca hic aglamadim. Bir de sac konusunda empati yaptim bir onun bir de benim kafamda az sac var. Digerlerinin cali supurgesi gibi.

Ben bu haftasonu bir suru ilk yasadim:
  • ilk uzun araba yolculugumu yaptim tek yon, 2 saatten fazla. Giderken misil misil uyudum, keyfime diyecek yoktu. Donerken soyle bakina bakina gideyim diye uyumadim. Ama yolda yesillik ve ineklerden baska birsey olmadigi icin keyfim kacti. Durun su ineklere yakinda n bakayim, ali babanin ciftligindekiler mi demek istedim ama anlamadilar:-(
  • ilk defa Almanya'ya gittim. Daha 8 aylik olmadim ama 4 farkli ulke gordum, kuresellesme sagolsun.
  • ilk defa bir otel odasi gordum ve otelde uyudum. Otele ve otel odasina bayildim ozellikle isil isil avizlere, cam boncuklari, resepsiyondaki guleryuzlu teyzeye.
  • ilk defa bizimkiler disarda yemek yerken ben pusetimde uyudum. Daha once beni disari aksam yemegine goturmemislerdi. Arada gozumu acip etrafi kolacan ettim, asayis berkamel deyip uyumaya devam ettim.
  • ilk defa pusetimi uzerine yagmurluk takildi, dunyayi biraz daha puslu gordum.sevmedim
  • ilk defa bir starbucks'ta kuyrukta bekleyen insanlara bakarak annisi emdim (annis bu durumdan pek mutlu degildi ama yagmur ve kriz aninda girilecek en yakin yer orasiydi diye idare etti)
  • ilk defa elbise askisina tutunup sinav cektim. Bicepslerim muhtesem olcak.
  • ilk defa bir kiliseye girdim. Annem dinler, ibadet yerleriyle ilgili birseyler anlatti ama beyin kivrimlarim henuz o konulara girmedi. Neyse o kilise, Koln katedaraliymis, kocaman , yuksek tavanli ev gibi bir yer. Ici de, disi da pek bir kalabalikti. Ayin varmis cok gezemedik ama ilginc bir yere benziyordu.
Iste bizden haberler boyle. Bir sonraki bolumde gorusmek uzere.
sevgiler
Idil

4 Ekim 2009 Pazar

Bu haftasonu annem tembeldi (kisliklari cikardi, yazliklari kaldirdi, benim odami topladi ama onlar isten sayilmaz), blogunu minik bir fotoromanla gecistirdi:-)) Hadi bakalim bu seferde boyle olsun.

Gunaydin herkese, siz daha uyanmadiniz mi??
Arka planda yeni ayakkabilarim ve topum var dikkatinizi cekerim.
Iste simdi on plana aldim:-))
Birak anneanne yuruycem!!!
Milli takim kalesini bana emanet ederler mi??

30 Eylül 2009 Çarşamba

Can sıkıcı bir gün


Dün aksam işten altı buçukta çıkabildim, eve varmam yediyi buldu. Hangi tramvay/otobüs durağında inersem, kaç tane kırmızı ışık ekarte ederim, o mesafeyı yürüyerek nasil daha çabuk alırım hesabı yaparak eve koşturdum. Üstüne üstlük işimi bitiremedim (son dakikada gelen talepler) müdürüme yedide İdil'in yıkanması lazım, eşim burda değil, çıkmam lazım diye mazeret bildirmek canımı sıktı. Evet Canımcım Hırvatistan'da iş gezisinde bu akşam dönüyor, onun yokluğunda kaldım toplu taşıma araçlarına!!!
Araba kullanmayı hiç sevmediğim için toplu taşıma ve tabanvay hep ilk tercihim olmuştur. Özellikle kulağımda müziğimle düşünceler içinde yürümek. Ama minik kuzunun gelişiyle zaman kavramı farklı bir boyuta geçince, aylakça yapılan yürüyüşler yerini daimi bir koşuşturmacaya bıraktı. Galiba araba kullanmaya başlamanın zamanı geldi.

Eve vardım kızımla öpüştüm, koklaştım ama uykusu olduğu icin biraz huysuzdu. Anne memesine yumulmak için sabırsızlanıyordu. İşte bu noktada günün ikinci can sıkıntısı çıktı piyasaya; bu akşam meme yerine biberon içilecek çünkü anne tiroit sintigrafisi yaptırdı, 24 saat emzirmek yasak. Sütler sağılacak ve dökülecek:kendimi AB Konseyi önünde elimde biberon protesto için süt döken AB çiftçileri olarak gördüm ;-P. Bu tiroit çok sinir ama önemli bir şey insan sağlığı için, umarım önemli bir hasar çıkmaz (Cuma ultrason ve kan testi yaptırdak sonra haftaya inşallah haftaya iyi haber alırız sayın doktorumuzdan)

Neyse banyodan sonra biberonda uyunuldu. Yatağa uyanık koyucam diye uyandırmaya çalıştım ama çalışmalarım işe yaramadı. Öyle tatlı uyuyordu ki çok fazla zorlayamadım. Gece birkaç kez uyandı (memede uyuduğu için mi???). Geçtiğimiz haftasonu saat beşe kadar deliksiz uyuyunca acaba eski uyku düzenine mi dönüyoruz diye heyecanlanmıştık.

Bu arada annenin akşam misafirleri vardı (kızlar gecesi) laf lafı açtı derken gece yarısı olmuş, uyku gözlerden akar şıpır şıpır. Kızlar gider, anne sertleşen göğüslerinin acısından anlar ki süt sağmayı unutmuş. Bu da can bu da can diye göz kapaklarına kibrit çöpü koyarak gece bir buçuğa kadar süt sağar ve sonra uyur. Aksi gibi sabah erkenden işe gidip akşamdan kalan işi bitirmesi lazım annenin . Kayda geçsin diye yazıyorum; akşam ve sabah sağılan ve dökülen süt toplam 350 ml. Bu akşamda sağıp dökücem maalesef. Artık yarın sabah ana kız beraber yumuluruz kanepe köşelerine sütleri lıkırdatmaya.

Bir ilk; blogumu öğle tatilinde, ofiste, ilk defa Türkçe karakterlerle yazdım.

28 Eylül 2009 Pazartesi

Bruksel'de yazdan kalma bir haftasonu ve sonrasi

Gri, yagmurlu, ic karartici bu sehre ne oldu bilmiyorum ama bu yil Idil dogdugundan beri gunesli gunlerin sayisi artti. Bizim icin Idil'in sehri aydinlatmasi normal ama herkesinde icini acmadi ya bizim kiz. Bir yerlerde vardir gunesli gunler istatistikleri , tez buluna.

Iste boyle yazdan kalma haftasonunda Idil hanim gezgin oldu. Cumartesi anne ve babayla supermarket alisverisinin yani sira birkac yere gidildi, yapilmasi gereken isler halledildi. Calisan bir anne olarak aksamlari gec saate kadar, pazar gunleri acik marketleri cok ozluyorum. Bizim cumartesiler alisveris isleriyle geciyor. Hafta ici dukkanlar altida kapanir, pazar gunu acilmaz, tamam sosyal devlet, insanlarin ozel hayatina saygili ama cumartesileri kasa kuyruklarinda gecmese keske. Eskiden mumkun oldugunca cuma aksami halletmeye calisirdik ama simdi isten cikinca kostur kostur eve geliyoruz uyumadan iki saat beraber olalim kuzuyla diye. Kissadan hisse, internette alisverise agirlik vermeli.

Pazar gune erken basladik. Supriz bir sekilde acik olan ingiliz supermarketinden Idil'e acil durumlarda kullanilmak uzere Hipp, Organix ve Plum marka mamalar aldik. Bu supermarket sehrin disinda ormanlik bir yerde ciftliklerin arasinda oldugu icin Idil ilk defa at, kaz, ucan kaz surusu (morton), kuzu gibi hayvanlari gordu dikkatle inceledi. Ali babanin ciftligini soyledik gulduk. Temiz hava, bol gunes (yakmayan) derken bir ciftlikte ogle yemegi yedik. Sonra arabada uyuyarak eve donduk. Her ne kadar gunluk uyku duzenimiz sastiysa da mutlu olduk.

Evde emekleme calismalarina devam ettik. Idil hanimin ayakta durma meraki tam hiz devam ediyor. Oturdugu yerden ellerime tutunarak kendini ayaga kaldirabiliyor. Emekleme pozisyonundayken de tek ayaginin uzerine basip kendini kaldirmak istiyor. Arada bir yuzustu dusup yaygarayi kopariyoruz. Yuzu babasina donuk ayakta dururken ben ellerimi bacaklarinin arasindan sokup cirptigimda gulmekte kiriliyor kucuk hanim. Baska bir kahkaha kaynagi annenin sahte hapsuruklari, heppssuu, hapsuuu deyince basliyor kikirdamaya. Asansor oyunu, karnindan , ayaklarinda opulmede favoriler arasinda. Bir ara topu atip tutmamiza cok guluyordu ama simdi azaldi.

Idil bazen cok akilli ve inceleyici bakiyor. Ben bize oyle geliyor derken baska insanlarda ayni tepkiyi verince acaba buyuyupte kuculdu mu bu kucuk panda diye sorar buldum kendim kendime. Hele bazen onu guldurmek icin komiklikler yaparken bakislariyla hayirdir anne, karsinda bebek mi var dedigini duyuyor gibi oluyorum.

7. ayinda Idilcik desteksiz oturuyor, istedigi oyuncaklari aliyor, sirtustunde yuzustune donuyor ama tersini yapamiyor. Emekleme pozisyonunda ileri geri sallaniyor. Ellerinden tuttugumuzda adim atarak anne baba arasinda yuruyor. Yuzustu surunerek saga sola donuyor ileri geri gidiyor. Objeleri kutularin icine koyuyor sonra kutuyu ters cevirip icini bosaltiyor. Eline oyuncaklarini alip yere atiyor sonra onlarin yerden almak icin asagiya dogru hamle yapiyor. Da da da, memememe, mamamma nin yanisira ne oldugunu cozemedigim sesler cikariyor. Boynumda gordugu her kolyeyi eline alip oynamak istiyor. Favori oyuncaklari arasinda ici dolu supradin vitamin kutusu (simdilik kutuyu acmasi imkansiz), kumandalar, usb hafiza karti, gunes gozlukleri, babanin anahtarligi., sayilabilir Niye para verip oyuncak aliyoruz ki??

Bugun babamiz is gezisinde, carsamba gecesi donecek. Banyomuzu ananisle anne yaptirdi. Banyodan once babayla skype'ta konustuk. Idil'cim sesi tanidi, babasini ekranda gordu ama ne oldugunu pek anlayamadan bakti. Arada bir bagirdi, birseyler demek istedi ama sonra bilgisayarin klavyesinin buyusune kapildi, dokunabilmek icin atti kendini one.

Ordan burdan aklima geleni yazdim. Yorgunluk hem beyinsel hem, bu kadar faaliyet iyi de haftasonlarinda dinlecek zaman da ayirmali.

Bak unuttum yazmayi cumartesi gecesi sinemaya gittik (yasasin annaanne:-)) inglorius bastards, tarantino'nun son filmi, cok begendim. Ayrica yazicam.

22 Eylül 2009 Salı

Yassi kafa sendromu - Plagiocephaly

Dun Idil'in kafasindaki yassiligi bir uzman doktora gosterdik. Kendi dokturu gerek yok dediyse de, ileride keske goturseydim demek istemedigim icin, pazartesi sabah aradim ve aksamina randevu aldim (Belcika icin cok sasirtici bir durum cunku araba yikatmak icin bile bir ay sonrasina randevu veriyorlar) Bruksel'in 50 km disinda bir sehirde muayenesi olan flaman bir pediatr: Tesadufen buldum kendilerini. Bir is arkadasimin oglu da ayni durumdaymis, o arastirmis bulmus zamaninda, verdi elime dosyasini, bilgilerini, Doktor iyi olacak hastanin ayagina gelirmis misali. Neyse hemen seferber olduk is cikisinda dustuk yollara. Once sonucu yazayim, endiselenecek birsey yok, doktor benim evladim olsa ben tedavi ettirmeyi dusunmem dedi. Gidin eve tepeden resmini cekin, her ay cekmeye devam edin, kendi kendini yassiligin gectigini goreceksiniz dedi. Hicbir duzelme gormezseniz iki uc ay sonra konusalimla muayeneyi noktaladi.

Nerden cikti bu yassi kafa? Idil'in dogumunda kafasi normaldi (her ne kadar ben hastanede emzirirken kafatasinin arkasinda da bingildak oldugunu bilmedigim icin, kafasini deldim diye agladiysam da), yani iki tarafi da esit yuvarlaktiktaydi. Sonra bir iki aylik kadarken basini surekli saga cevrili tuttugunu, uyurken hep saginda uyudugunu farkettik ama kafasinin o yone yassilasacagini dusunemedik. Kitaplarda SIDS nedeniyle sirtustu yatirin diyor ama yonune dikkat edin cocugunuzun kafasi egri olur demiyor. Ikinci ay doktor kontrolunde bir baktik ki cocugun sag tarafi olmus dumduz. Doktor endise edilecek birsey yok sol tarafa yatirin duzelir dedi. Demesi kolay ama nerde idil hanimi solda tutmak. Biz ozel yastiklarlar falan ugrastikca o bir yolunu bulup donuyor saga, olmadi agliyor, uyumuyor. Derken kucakta tutarken boynunu sola cevirmeye zorladik falan bir sure sonra sola donuslere yesil isik yandi. O zamanlar bu sorun sadece bize mahsusmus gibi arastirmayi bile dusunmedim. Ta ki is arkadasimlar bu konuyu konusana kadar. Bazen insanin basireti baglaniyor galiba. Belki de doktorumuza cok guvendigim icin ayrica arastirip bilgilenmeye calismadim.

Plagiocephaly ile kaynaklari okuduktan sonra kizimin boynunda muhtemelen ana karnindaki poziyonundan kaynaklanan bir tutulma olduguna inandim. O nedenle yavrus surekli doksan derece saga donuk boyunla yasadi bir kac ay. Sonunda o tutukluk cozuldu ama basinda bilseydik bir bebek fizyoterapisti sorunu basindan cozebilirdi, kafamiz yassi olmazdi.

Kaynaklarin ve doktorlarin dedigi sey oturmaya basladiktan sonra gunduz kafaya yapilan baski azalacagindan yassilik duzelmeye baslar. Gece uykusunda da dogru sekilde yattigini kontrol edilmesi iyilesmesini hizlandirir. Bizimki gecede 3 ila 5 kere uyanmayi surdurdugu icin denetlememiz kolay oluyor:-P

Uzmanlar yassi kafa sendromunun beynin gelisimine bir zarari olmadigi soyluyor ama bazi cok ileri sfhalarda goz, kulak asimetri, konusma bozukluklari oldugunu okudum. Tedavisi eger yatis seklini duzeltmek ise yaramazsa, basa ozel hazirlanan, kafanin gerekli yerlerini baski yaparak buyumesini destekleyen bir kask takiliyor.

Idil'in ki ilk zamanlara gore iyilesti ama halen bir egrilik var. Bugun ilk resmini cektim, bakalim onumuzdeki ay nasil olacak kafa dengelerimiz.


20 Eylül 2009 Pazar

Bugun 7 aylik oldum

20 Eylul 2009, seker bayraminin ilk gununde ben yedi aylik bir bebek oldum. Bu hafta annem beni doktora goturdu. Gecen ay Turkiye'de oldugum icin gidememistik. Doktor amcanin odasina ilk defa alici gozle baktim ve kendimden gectim. Tavandan sarkan bir suru renkli, sekilli sey var.di Bir kismini evde gordugum hayvanlara benzettim, kelebekler, zurefalar, filler, bir kismi ise daha yeniydi annem dokunayim diye havaya kaldirdi, tutup cekiyordum zor aldilar elimden. Hadi iki ay gecsin yine gidelim doktora.

Ben bunlarla ilgilenirken kocaman bir teyze girdi iceri, hemsire hanimmis kendisi. Beni bir cekmece icindeki kabin icine koydu, kilomu olcecekmis, hemsire teyze bakti 7 kilo 900 gram olmussun dedi. Son kontrolden beri 600 gram almisim, iyi mi kotu mu bilmem?? Sonra beni annemle beraber yatirdilar, itiraz ettim sirt ustu yatmak istemiyorum ama nerde bende o koca teyzeye dayanacak guc, kocaman bir degnegi kafama dayayip boyumu olctu, 70 cm olmusum, boyum uzunmus ama tavandaki seylere yetisemiyorum naber. Daha fazla sut icmeli, tizz buyumeli.

Sonra doktor amca geldi, pek bir ton ton, beni guzelce muayene etti, bir ara kulagimi birseyler sokmak isteyince bir yumruk atip uzaklastirdim onu. Ne o oyle biri burnuma tuzlu su sikar, diger kulagima cubuk sokar, oyuncak bebek miyim ben. Doktor amca anneme bu kiz cok guclu isiniz is dedi. Tabi ya annem hamilelikte spor yaparken ben armut toplamadim icerdi, bir iki uc diye bizde iki agirlik kaldirdik herhalde. Sonra sira homini girtlak durumlarina geldi, doktor amca artik herseyi yesin, hatta cikista gidin patates kizartmasi ve mayonez alip yedirin dedi. Annemde yanina bira da acalim mi diye sordu. O dedikleri neydi bilmiyorum ama bu ulkede meshurmus. Annemin surat ifadesi o meshur seyleri yememin kolay olmayacagini soyluyordu. Eee tanidik artik kac aydir icli disli yasiyoruz.

Birde kafamdaki yamukluk icin doktor amca sorun yok endise etmeyin, saclar cogaldikca hic farkedilmez dedi ama annem takiyor kafasina. Simdi uzman bir doktor bulmus beni ona goturecekmis. Ne varmis canim dogdugum zaman sadece kafam sagda uyuduysam (annem, babam solcu ya bozuluyorlar:-), kafamin bir tarafi daha yassi olduysa. Bir ayna verselerde baksam gercekten annemin uzuldugu kadar var mi?

Bunun disinda gunduzleri evde anneannemle oynamaya, gezintiye cikmaya, mamalarimi yemeye devam ediyorum. Annemle babam aksam eve geldiklerinde onlarda benimle oynuyorlar. Bu arada yeni seyler ogreniyorum. Evdeki masa gibi dort ayak uzerinde duruyorum ama one gitmeye kalkinca yuzuztu kapaklanaiyorum. Sonra agliyoruma azicik ki beni opup tekrar gaza getirsinler. gecen gun babamla ana kucaginda supermarkete gittik, sirada beklerken onumuzde kivir kivir sacli kocaman kafali bir teyze vardi. Kasla goz arasinda yapsitim saclarina, cektim baktim gercek mi diye. Bizim evdeki bayanlarin saci cali supergesi gibi duz, ilk defa boylesini gordum cekerim arkadas. Annem kadindan pek bir ozur diledi ama ne yaptim ki??

Benden haberler simdilik bu kadar. Bilgisayari kapar kapmaz yine yazarim.

Idil

Bugun bayram

Idil'in ilk bayrami beni biraz dusundurdu. Biz buyudukce, aileler kuculdu, akrabalar arasindaki baglar gevsedi, apartman komsuluklar azaldi, bayram tatilleri uzadi ve turlar ucuzladi derken nerde eski bayramlar oldu. Dusundumde 13 yildir bir bayrami bile ulkemde gecirmemisim. Aslinda lisede, universitedeykende bayramlar biraz yuk gibi gorunmeye baslamisti, cocukluktaki heyecani yitirmistim ama yine aile buyukleriyle, kuzenlerle beraber keyifli vakit gecirirdim. Ozel yemekler yapilirdi, uzun masa sohbetlerinde o yemeker tuketilirdi. Kurban bayramini cocuklugumdan beri sevmem ama seker bayramlari sekerdir.

Buna karsilik son 13 yildir her sene Noel icin Roma'ya gittim cunku kayinvalidem icin Noel onemli bir bayram. Babamiz inancli biri olmamasina ragmen annesini mutlu etmek icin her sene bu gelenegi surdurdu. Bense annemden aman bayrama gelin gibi bir talep gelmedigi icin bu duruma pek kafa yormadim. Ta ki Idil hanim piyasaya cikana kadar.

Idil'in sadece bir tarafin gelenekleri ile buyumesini istemiyorum. Nasil Noel' de Noel Baba'dan hediye bekleyecekse, bayramda da bayramlik giyip, aile buyuklerinin elini opmesini, onlardan seker, bayram harcligi almasini istiyorum. Neyseki bayramlar artik yaza geliyor, boylece Idilcim dayisi, kuzenleriyle birlikte bayram yasayabilecek.

Bu dusunceler cercevesinde Idil'in ilk bayrami icin burdaki ailem diyebilecegim arkadaslarla bir yemek duzenledik. Idil yeni bir eve gitti, uzun zamandir gormedi teyze ve dayilarini gordu, kucaktan kucaga gecti, cok mutlu oldu. Eve dondugumuzde banyo, meme derken itirazsiz hemen uyudu.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Gecen yil bu gunler

Gecen yil bugunlerde amniyosentezin ilk sonucunu yeni almistik. Tabi ya 15 Eylul 2008 saat 14.00de randevum vardi jinekologumda. Stecimle arabada gidisimizi unutamam. O da endiseliydi ama bana moral vermek icin nasil guclu duruyordu. Doktoruma henuz sonuclar gelmedigi icin, o anda bizim onumuzde labarotuvari aramasini ve bizim giyotini altinda olumu beklercesini bekleyisimiz unutmak ne mumkun. Nasil bi korkuydu, endiseydi yasadigimiz, Allah kimseye gostermesin. Doktorum sonucu alir almaz bas parmagiyla ok isaret vermesiyle, benim elim ayagim bosaldi. Halbuki 3 hafta once ayni odadan amniyosentez yapmam gerektigini ogrenip, aglayarak cikmistim. Yaa idilcim seni beklerken anneyi en korkutan olay bu oldu.



Hic de kendime kondurmamistim amniyosentez gerekecegini. Yasim 36 idi evet ama fiziken ve ruhen sanki 20li yaslarin sonunda hissediyordum kendimi. (simdi 37 oldum, anne oldum ama halen 29-30 arasinda takiliyorum kafamda, buyumek istemiyorum) 12. haftada yaptirdigim 3lu test sonucu 1/71 cikinca, doktorun karsisinda goz yaslarina boguldum. Kendimi suclamaya basladim, planli bir hamilelik degildi benimkisi, hamile oldugumu bilmedigim ilk ayda sosyal bir icici olarak fazla icki ve sigara icmistim, gerekli vitaminleri almamistim, benim sucumdu butun bunlar. Doktor bana bu tarama testlerinin istatistiki veri oldugunu soylemekteydi, teshis koymuyordu, gecenlerde 3lu test sonuc 1/20 cikan hastasinda birsey cikmadigini anlatmaktaydi ,ama duyan kim.



Sorun bebisin urettigi bir proteinden kaynaklaniyormus, (o zaman calismistim odevimi ama simdi sildim kafamdan) yani benimle yaptigim yedigim ictigimle ilgisi yokmus. Ama gel sen bunu bana anlat. Aglamaktan gozlerim oldu davul. Neyseki bebisimizin saglikli ve minik bir kiz oldugunu ogrendik. O gun kendime soz verdim eger ikinci bir cocuk yaparsam dogrudan amniyosentez yaptiricam. Ikili, uclu test falan vakit kaybi, endise kaynagi, garantisi de yok.



Amniyosentez hikayelerini dinlemisligim vardi; karnina igne batmasi, bebisin suyundan alinmasi, bebegin hareket etmesi, ignenin ona batmasi ihtimali. Sonucta tum korkularim bosaymis dedim. Uzman bir doktor tarafindan yapilan amniyosentezde aci duyulmuyor, bebek ultrasonla izleniyor ondan mumkun oldugu kadar uzak bir noktadan igne batiriliyor, hersey birkac dakikada bitiyor. Sonrasinda hafif kasilmalar oluyor ama yapan doktora gore bir gun istirahat yeterliydiki gercekten de ertesi gun kasilmam kalmamisti. Neyseki kendi doktorum dort gun izin verdi de o ruh halinde ise gitmek zorunda kalmadim. bebis ise calisip alinan amniyotik siviyi birkac saat icersinde yeniden uretiyor. Anladigim kadariyla doktorlar alinan sivinin rengine bakarak bir fikir sahibi olabiliyor. Benimkini yapan doktor tup dolarken himm acik renk sivi , iyi demisti de acik icim rahatlamisti. Sonrada sonsuz bekleyis... Neyseki yeni metodlar uc kromozoma hemen bakip down, spina bifida ve hatirlamadigim bask bir anomali olup olmadigini anliyorlar. (yararli bir ingilizce link http://www.mayoclinic.com/health/amniocentesis/MY00155 )


Guzel kizimiza kavusma surecindeki en gerilimli gunler geride kaldi sukurler olsun.



13 Eylül 2009 Pazar

Tatil donusu notlar

Tatil donusu ve annenin ise baslamasi Idil'i pek zorlamadi. Sabah aksam anne sutu oglen iki kere biberondan formul sut, itirazimiz yok gibi gorunuyor simdilik. Kati gidalari zaten aliyorduk. Kizimi zorlayan disler. Sanirim usttekiler geliyor. Agzini acip bakamiyorum, diliyle engel oluyor.



Tatil donusu benim icin kolay olmadi. Isin ilk gunu sakin gecer mesajlarina falan bakarsin di mi? Neredeee toplanti ustune toplanti, ertesi gun oglene yetisecek briefing. Zaten aylardir beynimin, konsantrasyonumun ise ayrilan bolumu offline. Yogun is temposu , hava degisimiyle birlikte once bas, bogaz agrisi olarak geri dondu bana. Uzerine bir de burun akintisi, oksuruk eklenince anne hanim yataga dustu. Idil dogdugunda beri hic bu kadar uyumamistim. Butun gun emzirme ve yemek yeme durumlari disinda uyudum. Doktor cok siki bir sogukalginligi teshisi koydu da babamizin ici rahatladi. Ona kalsa hastaneye gidip domuz gribi testi yaptirmaliydim. Cumartesi ucaga bindik ne de olsa. Ama ben grip oldugum halimi de biliyorum. Neyse benin siki sogukalginligi Idil hanimin da burnunu sirlatiyor bu hafta sonu. Kizim iki gundur akan sumuklerini yaliyor. (agzindan da dis salyalari pek bir islak gecti bu hafta sonu) Burnunu temizleme operasyonunda ise basiyor yaygarayi. Neyseki atesi cikmadi. Sukretmek lazim.



Tatil donusu doktorumuzdan randevu almaya calisiyorum ama adam bizim gidebilecegimiz saatlerde kasima kadar dolu. Agustos ayi kontrolunu atladik malum Turkiye'deydik. O nedenle acilen kizimi doktor amcasiyla bulusturmak istiyorum. Cumartesileri calismiyor dr amca. Bakalim biz aykiri bir saatte goturmek icin isten izin alicaz herhalde.



Tatilin son haftasi ev nufusu azalinca Idil'in memede uyuma sorununa bir el atalim dedik. Pediatrimiz tatile cikmadan uyarmisti, artik Idil kendi kendine uyuyabilmeli sonra alistirmakta gec kalabilirsiniz diye. Rasyonel ana baba olaraktan biz daha Idil dogmadan "Fate la Nanna" (Estivill Eduard; De Béjar Silvia), kitabini okumustuk ve bebek uyuturken neler yapmamamiz gerektigini ogrenmistik . Ama Idil hanim 8 haftaliktan itibaren memede dalip, sabah uyaninca, evdeki hesap carsiya uymadi. Dedik aman biz pek bir sansliyiz, birakalim boyle gitsin, minisi de aglatmamis oluruz. (o kitaplarda verilen kurallar iyi de, anababa yuregini katilastirma yontemleri de onerseler iyi olur. Bebisi kucagima aldiktan sonra pek bir yufka yurek oldum) Ama 5.ay ortasinda itibaren gece uyanmalari baslayinca, uyaninca meme ariyor bebis diye ben panikledim.



Neyse ilk tatbikat aksami (Idil 6 ay 1 haftalik) banyo meme duzenini tersine cevirdik. Banyodan sonra sakince konusarak giydik pijamalarimiza, girdik uyku tulumumuza, opucukle falan kapattik isigi, yattik. Biz de karanlik odada, yataga yattik, nefes almadan onun tepkisini bekliyoruz. Aglama sureci basladi. Iki dk sonra babasi gitti optu, konustu, bes dk gecti ben gittim falan derken 20 dkl'ik bir aglama (daha cok mizildanma, can acitan aglamalardan degil) sonra uyudu. Ondan sonra her aksam mizildanma suresi birer ikiser dk azaldi. Ilk aksam benim icin cok zordu ama fiziksel olarak iyi oldugunu (kaka, banyo yapildi, yemek yenildi, gaz cikti) tek sorununun uykuya dalamak oldugunu dusundugun icin dayanabildim aglamasina. Babamiz beni tutmasa alip memeye dayayacaktim kizimi.n agzina. Neyseki Stecim beni alt kata gonderdi de daha ilk gunden oyunu bozmadim.



Asagida annemin elestirisel bakislarini, ben uyuturum evladim, aglatmayin tepkilerini savusturmak zorunda kaldim. Sabah acaba mutsuz mu kalkar diye bir korkum vardi ama sabah beni gorunce gulen gozleri o endisemi de yok etti. Uzun vadede bebisin iyiligi icin dogru bir yaptigima inaniyorum.



Bruksel'e geldigimizde ise banyo meme rutinine donduk ama uyumadan memeden aliyorum ya da dalmaya baslamissa altini acip uyandiriyorum. Aglamalar azaldi. Nazar degmesin. Gece uyandiginda bazen iki mizlanip tekrar uykuya dalabiliyor. Bakalim dis agrilari gecince gece uyanmalari da kesilecek mi?? Gorecegiz.


Gecenlerde Ozgur Anne'nin yazdigi gibi bunlarin hepsi gecer diye dusunmek, pozitif yaklasmak lazim. Olumsuz yaklasimla artan stres yorgunlugu daha dayanilmaz kiliyor. Ben Idil dogdugunda, emzirmenin cok zor ve acili oldugu donemde, en fazla 3 ay emziririm diyordum, baktim yapabiliyorum 6 ay dedim, simdi diyorum ki bir yasina kadar giderse gidelim. Bebek sahibi olmak cok buyuk bir degisim oldu ozellikle bizim gibi hayatta cok sey yapmaktan zevk alan, gezen tozan, okuyan, insanlar icin. Bebisin hayatimizi degistirdigini ve farkli guzellikler getirdigini kabullenmem, zorluklarla basetmemi kolaylastirdi. Neyse konuyu cok dagitmayim, bu konulardaki dusuncelerimi ayrica yazarim. Geriye donuk yazilmayi bekleyen o kadar cok konu, kaydedilecek ani varki.

tatilden notlar





Evet bes haftalik tatil sona erdi. Gecen hafta isbasi yapildi ama ne is basi (o ayri bir yazi konusu) Ilk bebisli tatilimiz nasil gecti? Beklenenden yorucu, neden mi? Idilcimin disleriyle dislendi tatilde ondan.

Biz duzenli gece uykusuna alismis simarik anne ve baba olarak gecede bes kere uyanmasina basta anlam veremedik. Duzeni degisti ama birkac gune kadar duzelir dedik. Ama maalesef halen suruyor bu durum. Her gece bes olmasa da 3 ve 5 olmak uzere en az iki nobetimiz var. Tam uykuya daldigimizda Idil aglamaya basliyordu sanki bilmis gibi. Sonra Idil uyanicak nasilsa diye biz uykuya dalamaz olduk. Uc ayi dolunca odasini ayirdigimiz minigimizle yine ayni odayi paylastigimiz icin her hareketinde uyandi uyanacak diye stres yasadik. Neticede ilk iki hafta boyle gecti. Bizim acimizdan cok dinlendirici bir tatil olmadi ama zaten anne baba olarak eskisi gibi dinlenmek imkansiz. En rahatladigimi dusundugum anlarda bile kafam geri planda bir idil programi calistiriyor, sunu soyle bunu boyle yapayim diye. Ebeveynlik 24/7 bir is, gonullu olmazsan olmuyor.

Ote yandan tatil Idil'ime cok yaradi. Boyu hizla uzadi, kilo artisi ehh ama bence en onemlisi motor, zihinsel ve duygusal gelisimi. Idil Bruksel'de anne baba anneanne ucgeninde buyuyor. Gunluk rutin bunlar ve disarida gezerken gordugu insanlar. Tam 5-6 civarinda farkindaliginin arttigi bir anda uzun bir sureyi 2.5 ve 9 yasindaki kuzenleri arasinda gecirince bakislari, dikkati, cikardigi sesler, hareketleri cok gelisti. Bu benim teorim ne kadar dogru bilemem ama bana sanki evde herkesi gozlemleyip bir tek kendisinin yuruyemedigini anladigi icin surekli ayakta durmak istiyormus gibi geldi. Ayaklarina bastirdigimizda mutluluk cigliklari atiyor, ziplayip adim atmaya calisiyordu.

Idilcim denizi, suyu cok sevdi. Zaten dogdugu gunden itibaren hergun banyo yapti kizim. Denizde nasil mutlu oldu, gulucukler sacti, bizi de mutlu etti. Deniz suyunu icmeye calisirken bizi cok guldurdu. Sari simidinin icinde katlanan gobusu ile kucuk buda gibiydi. Bir dahaki yazi iple cekiyorum, o zaman belki kolluklarla yuzer, pek aceleci gordum kendimi:-)))

Bu tatilde Idil'i ilk defa gece disari cikardik. Simdiye kadar uyku duzeni bozulmasin diye biz cikarken annemle evde birakmistik (yasasin anneanneler, babaanneler). Duzen bozulunca deneyelim dedik. Banyomuzu yapti, guzelce emdik sonra hop araba koltugu, hop hop deniz kenari yuruyus, cay muhabbeti. Aksan 8 ile 11 arasi disarda kaldik arabasinda uykuya daldi. Eve gelince uyandi emzirdim ve tekrar uyudu. Sonra gece uyanma rutini devam etti.

Artan ilgi ve dikkat bu tatilde yonunu bahcedeki ciceklere cevirdi. Buyulenmis gibi ciceklere bakan kizim, catiya uzanan begonvile bakmaktan ayri bir haz aliyor gibime geldi. Babasi her aksam uzeri onu ciceklerle konusmaya goturdu ama bizimki avuclayip kopararak agzina goturmeyi tercih ediyordu. Neyseki anne yapraklari yutmadan agzindan cikarmayi basardi (gece aklima "into the wild" filmi geldi, ya ben gormeden yuttuysa ve cicekler zehirliyse de fikri geldiyse de kovdum evhamlari)

Simdilik tatil notlari bu kadar (sozde organize bir anne olunup olaylara taze taze yazilacakti ama olmadi olamadi, olamiyor, benden super organize anne)


19 Ağustos 2009 Çarşamba

Idil, "Mamamamama"

13 Agustos aksam 17 sularinda Idil ile plajdayiz, biraz sonra minossun meyvesini yedirecegim, Idil'den gelen bir sesle sasirdim kaldim. Minik kizim arabasinda oturmus, mamamamama mama mamammaa diye birseyler geveliyor agzinda. Simdiye kadar eee vee gibi sesler cikariyordu. Bir ilk daha yasandi ve mutlu olduk babasiyla.

O anda ilk gulusunu hatirladim yaklasik bir bucuk ay civarinda sabah 6 emiyor annesini kuzus, kaldirdim gazini cikarmak icin, yuzume bakti ve guldu. O bilincsiz uyku gulumsemelerinden degildi, farkliydi. Ilk defa o an idil il aramdaki iletisimin karsilikli oldugunu hissettim ve gozlerim doldu. Ben anne olmustum gercekten.

Yarin 20 Agustos, Idilkus 6 aylik olacak. 20 Subat-20 Agustos arasinda zor gunler yasasakta, (ozellikle ilk 40 gun) Idil'in hayatimiza getirdigi nese, mutluluk tarif edilecek gibi birsey degil. Canimcimla ben iki kisiyken de mutluyduk ama idil o mutlulugu ucurdu daha yuksek biryerlere kondurdu. Yarin ona bir yarim yas gunu yapmali.

11 Ağustos 2009 Salı

Idil Yalikavak'tan bildiriyor

10 gundur yeni bir yerdeyim sicak mi sicak. Annem ve babam klima diye birsey aciyorlar ben uyurken terlemeyim diye ama pek bir gurultulu. Neyse anladimki biz tatile gelmisiz. Burasi annemin ulkesiymis. Daha once gelmisim ama pek hatirlamiyorum o zaman daha bir minikmisim.


Bu yeni yere alismam biraz zaman aldi. Evdeki konforumu burada da sagladilar, hatta oyun parkimi bile getirmisler sikilmayim diye, yasasin anne ve baba:-))


Ilk geldigimizde evde baskalari vardi. Sonra ogrendim onlar Muko teyze, Ismail eniste ve Abdullah abiymis. Ben geliyorum diye onceden gelip evi hazirlamislar, temizlemisler, guzel yemekler yapmislar (ben annemin sutunden aldim tadlarini) sagolsunlar. Ilk basta biraz cekindim ama sonra kanim kaynayiverdi. Iki sonra gittiler evlerine Antalya denen yerdeymis onlarin evi. Annem sonra gideriz onlarin ziyaretine dedi. Hii soylemeyi unuttum burda bir cocuk var bizimle beraber, Elif ablam, benim kuzenimmis. Ilk baslarda biraz kizdim hani tek cocuktum ben, nerden cikti bu diye ama sonra baktim beni cok seviyor, bana komiklikler yapip beni gulduruyor, alisiverdim.


Ben dunyayi kesfediyorum. Hersey yeni ve cok ilginc benim icin. Ve kesinlikle uyumak istemiyorum. Evde bir kosturmaca beni uyutabilmek icin gormeniz lazim. Aksamlari da birkac kere uyanmaya yelteniyorum, duydum ki Bodrum da eglence supermis, ama babam hemen yakalayip agzima memeyi verip uyutuyor .


Burada tekrar annem ve babamla uyumaya basladim, ayni odayi paylasiyoruz maalesef. Gitti benim ozgurluk. Bu odanin pencerelerinde aslan kral ile sevgilisi ve signore Grundfus var onlari pek bir seviyorum. Annem emzirirken bakisip karsilikli gulusuruyoruz.


Evimizin onunda kocaman bir kuvet var, ona havuz deniyormus. Annem, babam,Elif abla girip yuzuyorlar bende onlari izliyorum. Gecen gun beni de soktular cok sevindim, sapada supada yuzdum. Bundan sonra bende hergun yuzmek istiyorum anneme babama duyurulur. Birde deniz denilen daha buyuk bir kuvete girdim ama ordaki suyun tadi bir garipti. biraz gozumu yakti ama olsun ben yine gitmek istiyorum.


Simdilik bu kadar. Anneme lazimmis bilgisayar. Vakit bulunca tekrar yazarim maceralarimizi.
Idil

28 Temmuz 2009 Salı

Tatil yollarinda

Persembe gunu yola cikiyoruz. Sabah 8 bucuk dokuz gibi cikicaz evden, hersey yolunda giderse aksam 8 bucuk gibi yalikavaga variriz. Idil ile ilk kez aktarmali ucus, Bruksel-Istanbul-Bodrum. Yorucu bir gun olacak ama ucunda tatil var:-)))) Umarim rotar ve kotu hava kosullari bizden uzak durur. Istanbulda bize ilk goz agrimiz Elifimiz, idilin kuzeni katilacak. Elif, buyuk kuzu annesinden ilk kez ayri kalacak :-(


Bu bebisle ilk tatilimiz. Bakalim nasil olacak? Bizim icin eskisi gibi dinlendirici olmasa da, manevi acindan daha doyurucu olacak. Butun gun kuzuyla, deniz, gunes, ozlenen turk yemekleri ne guzel. Idil hanim yalikavak pazarinda alinan meyve sebzeleri yiyecek taze taze, (Bruksele gelen meyve ve sebzelerin katettigi kilometreleri, biz gidicez bu sefer, burada taze bruksel lahanasi var o da gaz yapiyor) doktor amca baliga, ete de onay verdi yuppiii. Kizimizin buyudugunu, gelistigini hergun yakidan izleyebilecegiz babasiyla birlikte. Simdi en seker zamanlari basliyor. Ac paraztez-Bugun banyosunu yaparken gulmekten oldurdu bizi. Dudaklar buzulmus onde, tukuruk, salya agzindindan akarak, agzindan birrr birrrr diye ses cikarmaya , birseyler anlatmaya calisiyordu cimcimem. kapa parantez. Bizim evin taspinari (sevgilimiz-babamiz) gunesin altinda saatler kalamayacak gibi bir his var icimde:-))


Valizleri hazirlamaya basladim. En cok idilin esyalari yer tutuyor, arti bebek arabasi. Bakalim neleri unutucam. Liste yaptim ama benim akillar sutleri icen idile gidiyor anne yarim akilli kaliyor. Cocuklu olmak organize olmayi gerektiriyor, bende oyle olmayi hic sevmiyorum, geriliyorum. Ama ne yapalim olucaz artik.


Simdi gidip valiz olayina devam etmeli ya da dinlenmeli,hangisi??

5 ay 10 gun

Bugun Dr. Israel'i ziyaret gunuydu .5. ay kontrolumuzu olduk. Hersey yolundu cok sukur. Gozle goruluyordu buyudugumuz, doktor amca da tescil etti. Yarim kilo almis 7kg 300 gr olmusuz, boyumuz ise 66 cm. Kiloda ortalama, boyda ilerde gidiyormusuz. Bas cevrvesi de 1 cm genislemis 41.5 olmus. Istatistikler boyle.

Saat 9daki randevu biraz sarkinca, Idil hanimin sabah sekerleme saati geldi. Birden huysuzlandik, aglamaya basladik. Doktorumuz Idil hanim cok guclu bir aglamasi oldugunu soyledi. Biraz rahatsiz oldu sanki. Ne bicim cocuk doktoruysa!! Asilari yaptiginda da, idili bana verip odadan kacardi. Ilginc, belki cok uzuluyor bebekler agladiginda. Naif bir bakis acisi olabilir. Ama biz doktorumuzu seviyoruz, bozmayalim arayi.

Bugun uyku konusunda kendi basina uyumasini ogrenmeli eger karni tok, alti temiz, herhangi bir sikintisi yoksa, birakin aglasin , bazi bebekler uyumak icin aglamaya ihtiyac duyarlar dedi. Idil aksamlari memede uyudugu icin simdiye kadar uyutma konusunda sorun yasamadik. SImdi de meme de uyuyor ama uyandirio yataga uyanik koyuyorum. bes dakika sonra basliyor miyklamaya, sonra aglamaya. Git yanina op, kokla, cik odadan falan derken, bir ben, bir babasi, bir anneannesi, uyoyor ama direncsiz uykuya dalinmiyor. Halbuki memede uyandirirken uykudan gozunu acamiyor halde oluyor sipacik.

Bugun aglasa da gitmeyim yanina diye ugrastim ama yapamadim. Of cok zor bu is, bir rayina otursa.

26 Temmuz 2009 Pazar

Idil hanimla yeni bir pazar gunu

Idil hanim ogle uykusuna yatti sonunda. Neden bilmiyorum ama gunduz uyumakta oldukca zorlaniyor kucuk hanim. Bugun once anneannesi, sonra ben denedim agladi, zirladi, uyumadi sonra anladik ki kaka varmis (bir saat kadar once tonlarca yaptigi icin buna ihtimal vermemistim), yapti rahatladi. Sonra cinlik durumlari, oyun oynayalim yorulalim dedik. Olmadi. Yine miyk miyk mizildamalar. Dis cikarmasi yaklasiyor olabilir belki o yuzden keyifsiz. Sonra dedim iki kere kaka yapi acikmistir belki. Memeye sanki aylardir gormuyormus gibi yapisti. Emerkende uyudu. Memede uyumasini istemiyorum ama gece uykusuna da boyle daliyor. Neyseki gece uyanip meme aramasi olmuyor simdilik.


Bugun iyi basladi aslinda. 7 gibi uyan, em, oyna biraz, 9 gibi tekrar uyu, uyan 10 gibi anne babayla oyna, baba gezdirsin kizini biraz . Donduk eve meyvamizi yedik sapur supur, sutumuzu ictik ustune (ben bu satirlari yazarken uyandi, toplam uyku 15 dakika), dunden kalan kakalarimizi yaptik ooohhh derken, yine uyumama tripleri. yatir kaldirlar pek ise yaramadi, kaldirinca merakli merakli etrafa bakiyoruz, gulucuklar dagitiyoruz.


Bu uyutma isi benim sabir sinirlarimi zorluyor bazen ozellikle yorgun oldugum zamanlar. Anneanne devreye giriyor bu durumlarda, annede asabi ruh hallerinde idilkusu uyutmaya calismiyor.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Is hayatina donus provasi

Bugun ise baslayali iki hafta oldu. Ben bu doneme ise donus provasi diyorum cunku uc hafta calistiktan sonra yillik iznimi alip tatile cikacagim. Bir hafta sonra ver eline Turkiyem, deniz, kum, gunes, ozlenen yemekler, neyse dagitmayim gurbet sancilariyla, bu ayri bir yazi konusu...


Iki haftadir sabah 7de kalkip once Idil’i emziriyorum. Burada birsey degismedi, calismadigim donemde de saat 7 nobetimiz vardi. (ama cok yorgun oldugum gunlerde anneme emanet edip bir saat daha uyuma luksum kalmadi) Sabahlari pek istahli olmuyoruz bu gunlerde, sanirim geceleri bosaltim yapamadigimizdan kaynaklaniyor. Idil’in icmedigi sutu sagip, birakiyorum kuzuya, taze sut icsin anne isteyken, anne de memeler dolu dolu gitmesin ise☺.


Ogle tatilinde babisle beraber geliyoruz eve. Yine emzir, oyna, op, kokla derken ise donme saati geliyor:-( Aksam bir saat erken cikip geliyorum bes sutunu vermeye. Is ve ev arasi mekik durumlari, bir taraftan emzir diger taraftan sut sag biraz yorucu oluyor ama neyseki tatile cikmamiza sadece bir hafta kaldi.


Idil bir degisiklik oldugunu sezmisde ama tam adini koyamiyor gibi. Anne bes aydir sabahlari giydigi salas ev kiyafetlerinden cikmis, daha bir ciddi giyiniyor, babisle beraber cikiyor, ben kaliyorum anneannemle, sonra uyuyorum uyaniyorum, meyvemi yiyorum baktim yine cikip gelmis bunlarin ikisi. Bensiz nerelerde, ne isler ceviriyorlar, biraz buyusem anliycam. hadi Idil yumul memelere, gelsin sutler, gelsin akillar..


Ise baslarken cok sorun yasamadim. Idil'e annemin bakiyor olmasi, oglenleri gelip onu gorebilmem ve nisbeten kisa is gunu (2 saat emzirme izni) beni rahatlatan etkenler. Bakalim eylulde ne olacak?? Tam tersine ise baslamak, baska birkac insan gormek, kafami vererek isle ilgili konularda birseyler okumak iyi geldi:-))


Merhaba Blog Dunyasi


Blog nasil yazilir?
Bu konu hakkinda hicbir bilgim yok (ozellikle teknik acidan) ama duse kalka bulucam yolumu, hadi bakalim, rastgele yolum acik olsun:-))))

Niye Blog yaziyorum?
Minik kizim Idil'imle yasadiklarimi unutmamak, bunlari ileride onunla, simdi ise uzaktaki sevdiklerimizle paylasabilmek icin. Tabi bir de bu yolda bizim gibi yuruyen anne bebisleriyle tanismak, deneyimlerimizi paylasmak icin. Yazma konusunda hic iddiali olmadim (bizim evde yazar/sair babamiz) ama Idil'in yesil kakasiyla ilgili arastirma yaparken buldugum ve daha sonra mudavimi oldugum ozgur anne'nin blogu beni bu konuda heveslendirdi. Baktimki bir blog dunyasi var almis basini gidiyor. bende ucundan kiyisindan tutayim dedim.

Aslinda ben Idil'ime klasik bir gunluk yazmak istiyordum. hamile iken aldim guzel guzel defterler ama bir turlu hissettiklerimi yazamadim. Korktum birsey ters giderde elimde o defterle kalirsam diye. Simdi o zaman hissettiklerimi de geriye donuk flashback'lerle yazacagim.

PS: Bilgisayarimda Turkce karakterler yok maalesef, bu konuya bir cozum bulunca yazilarim daha okunur hale gelir umarim.