29 Ekim 2009 Perşembe

Domuz Gribi

Bugün Belçika basınında Nisan 2009'dan beri yaklaşık 76 bin grip vakası olduğu, 41 bin kadarının domuz gribi virüsü taşıdığı ve 7'sinin ölümle sonuçlandığı açıklandı. Bu ölüm vakalarının bir kısmında başka hastalıklarda görülmüş. Aklıma takılan bir soru var; neden domuz gribi konusunda felaket tellalığı yapılıyor? Neden sadece ölümler gözümüze sokuluyor ama bu virüsü alıp iyileşen binlerce insan yok sayılıyor. Sorumlu bilgilendirme araçlarının iyileşen insanların hatta virüsü alanların çoğunun iyileştiğini bildirmesi gerekmez mi?

Ben korkmuyor muyum? Tabi ki korkuyorum ama aşı da aklıma yatmıyor. Ben normal grip aşısına da yanaşmıyorum, şimdiye kadar yaptırmadım. İtalya da, Belçika da domuz gribi aşını yaptırmak istemeyen doktorlar olduğu duyumları alıyoruz. Hastalık hızla yayılıyor. Geçtiğimiz hafta okullarda devamsızlık oranı % 15 civarındaymış. Hal böyleyken Belçika basınının A/H1N1 konusunda yaptığı ankete katılanların %81'ı endişelencek bir şey olmadığını söylemişler. Ben fazla Türk basını mı okuyorum ne?

Diğer bir tartışma konusu adjuvanlı aşı tehlikeli özellikle hamileler için, adjvuansız aşı alalımç Ama görülen o ki Belçika hükümeti herkes için adjuvanlı aşı öngörmüş ve aşılama 7 Kasım'da başlıyacak. Fransa ve Almanya ise hamilelere adjuvansız aşı yapacakmış.

Bir yaş altı bebeklere yönelik bir açıklama yok henüz ama kreşe gitmeyen ve risk grubunda olmayanlara aşı konusunda bir zorlama yok. Temiz temiz bekleyip göreceğiz.

29 Ekim 2009 Cumhuriyet Bayramı

İdilcim,


Bu senin ilk Cumhuriyet Bayramın. Bu güne özel iki satır yazmak istedim. Büyüdüğünde, aklın bu işlere erdiğinde göreceksin ki annenin ülkesi çok zorluklarla kurulmuş. Büyük dedelerimiz, ninelerimiz çok acılara katlanmış, bize bu ülkeyi bırakmışlar. İleride Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk milleti için yaptıklarını, ne kadar ileri görüşlü, zeki ve ülkesini seven biri olduğunu sana anlatacağım. Uzakta bir dünya vatandaşı olarak yetişsen de anne ve babanın köklerini bilmen önemli.

İdilcim ben küçükken Cumhuriyet Bayramları okula giden çocuklar için çok heyecan vericiydi. Bayraklarla sınıfımız süslerdik, törende okumak üzere şiirler, şarkılar öğrenirdik. Sonra herkesin önünde şiir okurken heyecandan sesimiz titrerdi. Hatice teyzem, ailemizin emekli cumhuriyet öğretmeni, beni ve kuzenlerimi karşına alır Atatürk'ü anlatırdı.

Şimdi okullar nasıl bilemiyorum. Bir gün dönersek ve sen okul çağında olursan öğrenirim ve belki yeniden yaşarım aynı heyecanları.

Cumhuriyet Bayramın kutlu olsun minik kızım.


27 Ekim 2009 Salı

Havalar mı daha kararsız ben mi?

Kış geldi buralara sonra gitti. Bu akşam işten dönerken saat altı civarında dışarısı 18 dereceydi. Biz çoktan manto, kazak moduna girmişken birden yandık bittik durumları yaşandı. Son iki gündür sabahları serin olduğu için kalın giyiniyoruz sonra gün boyu bir bunalma durumu. Soğan gibi kat kat giyinme bir yere kadar çözüm. İşin kötüsü gün içinde hava birden değişebiliyor. Özellikle aniden çıkan bir rüzgarla savrulmak mümkün.


Hadi biz bir yere kadar ama konu İdil olunca kararsızlık kumkuması oluyorum az mı çok mu giydirdik diye. Ben çok giydirmekten yana değilim sonra en ufak bir rüzgarda hasta olan bir çocuk olsun istemiyorum. Ananemiz ise halen bana niye fanila giymiyorsun diye soruyor:-)) Doktor kendiniz ne giyerseniz öyle giydirin diyor ama ben çok üşüyen biriyim (yine de fanila giymem) ve kendimden yola çıkmak istemiyorum. Ama İdil üşür hasta olursa diye korkuyorum (her ne kadar soğukalgınlığı ve nezlenin soğuk hava ile ilişkisi kanıtlanmasa da öyle şartlandık ya). Kısacası hiçbir kararımdan emin olamıyorum. Annelik babalık hep böyle ikilemlerle geçicek galiba.


Soğuk havanın ardından aniden gelen bu sıcak dalgasıyla birlikte hastalıklar da arttı. Çok sayıda iş arkadaşım ve çocukları hasta. Neyseki işe gelmiyorlar. Sokaklarda öksüren tıksıran insan sayısı arttı. Bende kalabalıktan uzak dur politikası güdüyorum ama nereye kadar. Bugün tüm sabahtan akşama kadar 40 kişi ile aynı odada toplantı yaptım .


Diğer bir kararsızlık konusu hastalıklar. Bir taraftan bağışıklık sisteminin gelişmesi için hastalanması iyidir diyorum ama öte yandan hastalanmasın diye kapalı alanlardan, fazla insan olan ortamlardan uzak tutuyorum. Eve gelen yardımcının bile okula giden çocuğundan mikrop getirme ihtimali beni rahatsız ediyor. Özellikle domuz gribi ve işyerinde bu konuyla ilgili gelen mesajlar alınan önlemler endişe veriyor. İdil'i insanlardan uzak tutsak bile hem ben hem babası hergün kaç milletten insanın girip çıktığı binalarda çalışıyoruz. Yani potansiyel virus taşıyıcı biziz. Doktorumuzda bu bağışıklık sistemini erkenden yapılandırmaya karşı galiba. Önümüzdeki ay kontrole gidince sorucam. Ama hastalık yuvası olduğu için kreşe yanaşmamasından böyle bir çıkarım yapıyorum. Şimdi bağışıklık sistemi güçlensin diye riskli yerlere gitmek pek de akıl karı değil.

Off neyse herşeyi oluruna bırakmak en iyisi galiba. Her şey olacağına varıyor zaten. Kasma Meltem kasma diyorum kendime bir de duysam.

Tüm bebişlere, anne ve babalara sağlık, hasta olanların da tez iyileşmelerini diliyorum.



25 Ekim 2009 Pazar

Zaman içinde yolculuk





Evet sonunda sıra hamilelik ve doğum hikayemize geldi. Yıllarca anne olmaya yanaşmamamın nedenlerinden biri de doğum korkusuydu. Kocişe sen doğurabilsen keşke derdim hep. Neyse artık o günler, korkular geride kaldı. Kolay bir doğum hikayesi bu. Tüm korkanlara da benimki gibi bir hikaye yazmak nasip olsun diyelim.

Ama önce hamilelik. Son ay dışında sıkıntım olmadı. Aktif, çalışan, spor yapan, gezen tozan ve uyuyamayan ( 9 artı 8 aydır uykusuzum, uyu idilcim n'olur) bir hamileydim ben. Toplam 12.5 kilo aldım (onların coğu gitmişti ama çok lazımmış gibi tatilde yenileri alındı, ye ye emziriyorsunlarla). İlk altı ayda pek belli olmayan karnım yedinci aydan sonra ışık hızıyla büyüdü. Son aya geldiğimizde hacı yatmaz gibi olmuştum. Oturarak çalışmak ise tam bir eziyet haline gelmişti.

Bu süreçte İdil kuş içeriden hareketli bir bebek olacağının sinyallerini veriyordu. İlk taklasını İstanbul’da kardeşimin evinde uyandığım bir sabah hissettim. Tam 20 haftalıktı. O zamana kadar karnımda uçuşan kelebekler birden zıplayan yunusa dönmüştü. Daha sonra tekmeler, yumruklar babanın tıktıklarına cevaplarla geçti gitti dokuz ay.

23 Şubat 2009, İdil’cim için öngörülen doğum tarihiydi (aynı zamanda doktorumuzun doğum günü). Sevgili doktorumuz karnavala denk gelen o tarihte ailesiyle birlikte tatile gideceğini açıklayınca, normal dogumu tercih etsemde, tir tir titreten doğum korkusuyla hmm belki sezeryana ikna ederim diye aklımdan geçti. Burada sezeyan sadece ve sadece tıbbi gereklilik durumunda yapılıyor. Suni sancıda 41. hafta sonrasında doktorun kararına bağlı olarak verilebiliyor. Son haftaya girdiğimizde düzenli doğum sancısı sıfır ama rahim açılması 3 cm. Yürü Allah yürü yok bir şey, hanfendinin keyfi yerinde, çıkmaya niyeti yok. Doktorumuz o zaman bizde itikleriz dedi. Son kontrolumuz 17 Subat salı günü oldu, 4 cm açılımışız ama herhangi bir sancı yok. Benim ağrı eşiğimde düşüktürde. Doktorum merak etme seni doğurtmadan gitmiycem tatile, eğer iki gün içinde gelmezse, 19 şubatta hastaneye gel, suni sancıyla provoke edelim doğumu, şartlar uygun dedi. Suni sancıyla doğurabilmem için hastaneye 41. haftada olduğumu söyledi.

O iki gün nasıl geçti bilmiyorum. Ağrısız orası kesin. Perşembe sabahı kalktık, saat ikide hastanede olamamız lazım. Güzelce kahvaltı yaparken doktorum aradı, iki yerine aksam sekizde gelmemi söyledi. O gün çok doğum varmış. Yani akşamı beklemek gerek Ufffff…….Gerginim, korkuyorum ama sabırsızlık, heyecan da var, minik kuzuya kavuşmaya az kaldı tam bir mixed feelings durumu.. Psikolojik olarak kendimizi en az 12 saat sürecek bir doğuma hazırlıyoruz. Kahvaltıdan sonra akşama kadar ne yapalım dedik ve attık kendimiz sokaklara. Yürüdük biraz, Paul’e uğradık mamalar aldık, sonra eve geldik yattık kitaplarımızı okuduk. Bende hala doğum sancısı yok. 7.30’da çantalarımızı alıp evden çıktık. Evet çantalar çünkü biri Idil’e biri bana, diğer bir çanta ise doğumhaneye, hastane kitapçığı öyle buyurmuştu. Hastane eve 10 dakika mesafede, randevu 8de. Neyse arabayı park et, giriş işlemlerini yaptır, doğumhanenin kapısını çal. Gerçekten bir kapı ve zil vardı. ‘Merhaba ben Meltem … saat sekizde doğum için randevum vardı’ diye gittim.

Doğumhane hiç de öyle ameliyathane gibi bir yer değildi. Bir tarafta ultramodern ve rahat bir yatak yanında monitorlar. Diğer bir köşede suda doğum yapmayı seçenler icin jacuzi (yanlarında mayo getirmeleri şartıyla babalar da suya girebiliyor), oda swiss ball, gerilme barı tam bir spor salonu havası. Neyse ebe (fransızcasi sage femme=akıllı kadin, niyeyse??) geldi serum taktı, oksitosin denilen hormonu verdi. Monitordan doğum sancılarını izlemeye basladık. Ağrının şiddeti artınca peridural anestezi yapıldı, su patlatıldı. Ben bu arada kitabımı okuyorum, ipod'dan müzik dinliyorum, oldukca sakinim.. Sadece anestezi yapılınca bir titreme geldi ama sonra geçti.

Bu arada benimle doğuma girecek olan kızımın babişi ateslenip hasta oldu. Zamanlama müthiş :-p Ebeye sorduk sakıncası varmı doğuma katılmasının diye, yok dediç babişe bir ateş düşürücü verdi. Doğumdan sonraki günlerde babişin hastalığını anniş de kapıp, foş foş burun oldu ama bebişe bir şey geçmedi.

Saat sabahın 1.30u açıklık10 cm. Doktor ve fizyoterapist tiz gele, İdil kafa atmaya başladı. 2.30 gibi baslayan doğumdan hatırladığım deli gibi ittiğim. Kızım çıkmış farkına bile varmadım taa ki doktorum yakala bebişi koltuk altından, çek kendine diyene kadar. Idilim 20 Şubat sabahı saat tam 03.00'de doğdu. Yüzünü göğsüme gömüp, huzurla yatan bebişimin ellerine vuruldum. Minicik ellerde, upuzun kibrit çöpü gibi incecik parmaklarına baktım. O an kafamda yağmurun elleri şarkısı tınladı mutluluk gözyaşları arasında.

Doğum kolay, doğumu takip eden günlerde hayat zordu. Lohusalık, baby blues, hafıf post-partum despresyonu, emzirememe, başka bir yazı konusu.

19 Ekim 2009 Pazartesi

8 aya bir kala

İdilcim yarın tam 8 aylık oluyorsun. Her geçen gün daha akıllı bakıyor, daha sevimli gülüyor, daha farklı sesler çıkarıyorsun. Enne, baba, geh geh (gel dermiş gibi çıkıyor), mamama, emm emmm sesleri repertuarından parçalar. Bir de fısır fısır birşeyler söylüyorsun ama onları daha çözemedim. Artık emeklemeye ve tutunarak pek sağlam olmasa da adım atmaya basladın. Bu hafta sonu bir ilk daha yaşadin Idilcim. Parkta salıncağa binip sallandın. Korkmadın hiç hatta eğlenir gibiydin. Ama daha cok yan salıncakta sallanan ablayla ilgilendin. Meraklı meraklı onu inceledin. Gördüğün her yeni nesneye ellemek ve ağzına sokmak istiyorsun. Annenin saati,saçlarını senin minik ellerinden kurtarmak için taktığı taç, babanın anahtarı, manyetık kartı, telefonö telekumanda......Özellikle banyodan sonra pijamalarını giyerken arkanda kalan banyo rafındaki eşyalara ulaşabilmek için tüm akrobasi yeteneklerini sergiliyorsun. İki kişi zor zaptediyoruz seni. Öte yandan 'hayır' kelimesini anlıyormusun bilemiyorum ama babanın gözlüğünün alınmayacağını, annenin memesinin ısırılmayacağını öğrendin, aferin sana minnoş kızım. Tek sorunumuz uykuyla.

Geceleri en az bir kere uyanıp bizi yanına cağırıyorsun. Bu bazı geceler dört kereye kadar çıkabiliyor ve belli bir rutini yok. Dişin acıyor olabilir, bizi özlüyor olabilirsin, kötü bir rüya, öğrendiğin yeni bir hareket, büyüme atağı hepsi olasılıklar arasında ama hangisi bilemiyorum. Bilememek beni üzüyor. Babana kalırsa bizimle uyku savaşı yapıyorsun. Yani hiç bir şeyin yok ama şımarıklık kaynaklı uyumama durumları. Ben öyle olduğuna inanmıyorum ama ne olduğunu da bilemiyorum. Doktor amcanın dediği gibi kendi başına uyumayı öğrenmen için biraz kendi halinde ağlamaya bırakıyoruz. Bazen uyuyorsun bazense inat ediyorsun aglamayi kesmiyorsun. Halbuki sen hep iyi uyuyan bir bebek olmuştun.

İdil'cim miniğim lütfen deliksiz gece uykularına geri dön. Biz hemen yanındaki odada uyuyoruz. Sen uyanınca, ağlayınca çok üzülüyoruz. İyi uyu, çabuk büyü, beraber daha güzel, yeni oyunlar oynayalım.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Alamanya yollarinda

Merhaba ben Idil,

annem ne zamandir bir tembel, bir tembel sormayin. Oturup iki satir yazamadi. Baktim olmuyor aldim elime klavyeyi. Kisaca bizden haberler geceyim dedim.

Annem iste yoruluyor sanirim. Bir de tiroidit midir oyle bir hastaligi varmis. Ben anlamam boyle islerden daha kucugum ama anneaaneme soylerken duydum, doktor ilac yazmis. Ama bu benimle oyun saatini etkilemiyor, beraber kikirdemeye devam ediyoruz. Kikkiri kkikkiri kizlar kikkiri diye:-)))

Gecen hafta babbo da hastaydi, uc gun evde kaldi, arada beraber oynadik. Is gezisine gittigi gunlerin acisini cikardik.

Ben haftasonlarini cok seviyorum cunku ailecek bir aradayiz, oynuyoruz, guluyoruz, geziyoruz, arada ben yorulunca mizmizlaniyorum ama olcak o kadar, bebegiz di mi! Babam biraz geriliyor ben mizlayinca ozellikle baska insanlarin oldugi yerlerde yaparsam huysuzlugumu ama annem ona anlatiyor derdimin ne oldugunu, bebegiz dedik di mi babacim. Bu kadar turkce anlarsin sanirim.

Bu haftasonu ise uzaklara gittik. Evet uzaklara taa Alamanyalara gittik. Dayim gelmis Istanbul'dan is icin, bizde onu gormeye gittik Dusseldorf'a ve Koln'e. Bunlar Almanya' nin (annem komiklik olsun diye Alamanya diyor ama ben dogrusunu ogrendim) onemli iki sehriymis, annem anlatti. Anneannem de oglunu gorecegi icin pek bir heyecanliydi. Ben dayimi yazin gormustum hatirladim. Beni kucagina alinca hic aglamadim. Bir de sac konusunda empati yaptim bir onun bir de benim kafamda az sac var. Digerlerinin cali supurgesi gibi.

Ben bu haftasonu bir suru ilk yasadim:
  • ilk uzun araba yolculugumu yaptim tek yon, 2 saatten fazla. Giderken misil misil uyudum, keyfime diyecek yoktu. Donerken soyle bakina bakina gideyim diye uyumadim. Ama yolda yesillik ve ineklerden baska birsey olmadigi icin keyfim kacti. Durun su ineklere yakinda n bakayim, ali babanin ciftligindekiler mi demek istedim ama anlamadilar:-(
  • ilk defa Almanya'ya gittim. Daha 8 aylik olmadim ama 4 farkli ulke gordum, kuresellesme sagolsun.
  • ilk defa bir otel odasi gordum ve otelde uyudum. Otele ve otel odasina bayildim ozellikle isil isil avizlere, cam boncuklari, resepsiyondaki guleryuzlu teyzeye.
  • ilk defa bizimkiler disarda yemek yerken ben pusetimde uyudum. Daha once beni disari aksam yemegine goturmemislerdi. Arada gozumu acip etrafi kolacan ettim, asayis berkamel deyip uyumaya devam ettim.
  • ilk defa pusetimi uzerine yagmurluk takildi, dunyayi biraz daha puslu gordum.sevmedim
  • ilk defa bir starbucks'ta kuyrukta bekleyen insanlara bakarak annisi emdim (annis bu durumdan pek mutlu degildi ama yagmur ve kriz aninda girilecek en yakin yer orasiydi diye idare etti)
  • ilk defa elbise askisina tutunup sinav cektim. Bicepslerim muhtesem olcak.
  • ilk defa bir kiliseye girdim. Annem dinler, ibadet yerleriyle ilgili birseyler anlatti ama beyin kivrimlarim henuz o konulara girmedi. Neyse o kilise, Koln katedaraliymis, kocaman , yuksek tavanli ev gibi bir yer. Ici de, disi da pek bir kalabalikti. Ayin varmis cok gezemedik ama ilginc bir yere benziyordu.
Iste bizden haberler boyle. Bir sonraki bolumde gorusmek uzere.
sevgiler
Idil

4 Ekim 2009 Pazar

Bu haftasonu annem tembeldi (kisliklari cikardi, yazliklari kaldirdi, benim odami topladi ama onlar isten sayilmaz), blogunu minik bir fotoromanla gecistirdi:-)) Hadi bakalim bu seferde boyle olsun.

Gunaydin herkese, siz daha uyanmadiniz mi??
Arka planda yeni ayakkabilarim ve topum var dikkatinizi cekerim.
Iste simdi on plana aldim:-))
Birak anneanne yuruycem!!!
Milli takim kalesini bana emanet ederler mi??